menu

Güneşin Yükseldiği Topraklarda Cinayet: Japon ve Diğer Uzakdoğu Polisiyeleri

Yazan: Tülay Güneş Kılıç
Yayın Tarihi: April 04, 2020 18:43

Bu yazı daha önce 221B Dergi Mayıs-Haziran 2016 tarihli Sayı 3'de yayınlanmıştır.

 

Secret Service Magazine, 5 Temmuz 1907

Batılı okuyucular Uzakdoğu'yu, çok değil altmış sene öncesine kadar egzotik ve esrarlı bir yer olarak düşünürken, halkına ise ancak ucuz baskılı romanlardan aşinaydı. Yüksek dozda heyecan, romans ve melodram taşıyan bu kitaplarda, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Güney Asyalılar, özellikle Çinliler, "Sarı Tehlike" olarak lanse edilirdi. Hatta öyle ki, Robert Knox, 1929'da kaleme aldığı Polisiyenin On Emri yazısında, 5. sıraya, "Hikayede asla bir Çinliye rastlanmamalıdır." maddesini koymak ihtiyacını duyar. İngiliz Altın Çağ polisiye yazarlarının seçkin kulübü Detection Club kurucularından olan yazar, böylelikle ironik bir biçimde, klişeleşmiş kalıpların dışına çıkmak gereğini belirtir.

Şöyle bir bakıldığında bu tür romanların sadece adları bile, içerik konusunda büyük ipuçları verir. Başlıkta eğer İmparatorluk ve Hanedan veya 3 M (Mandarin, Mançurya, Moğol) varsa konu Çin'de; Güneş, Kılıç, Zen veyahut Krizantem bulunuyorsa Japonya'da geçer. Sonraları, 70li yıllarda Shogun'un popüler olmasıyla Samuray, Kimono, Ninja ve Geyşa gibi daha orijinal isimler ön plana çıkar. Yine eğer kitap adlarında hayvanlardan Ejderha, Kaplan, Maymun; renklerden Sarı, Amber, Altın; değerli taşlardan Yeşim ve İnci, bitkilerden ise Bambu, Nilüfer veya Söğüt kullanılmışsa bilin ki meselenin Uzakdoğu ile uzaktan yakından mutlaka bir alakası vardır.

Batılı yazarlar tarafından halkına son derece klişe ve ırkçı yaklaşılmasına rağmen, Uzakdoğu polisiye edebiyatının kökeni çok eskilere dayanır. Japonya’da 1660 yılından itibaren Çin mahkeme dava öykülerini birebir taklit eden hikayeler yazılmaya başlanır; içlerinde en ünlüsü, 1689’da Saikaku Ihara'nın yazdığı Honcho Oin Hiji (Kiraz Ağacının Altında Görülen Paralel Davalar)'dır. Kitap 480 sene önce Çin'de yazılan Tang Yin Bi Shi (Armut Ağacının Altındaki Paralel Davalar)'dan büyük ölçüde esinlenmiştir. Meji döneminde (1868-1912) kapalı Japon toplumunun dışarıya açılmaya başlaması neticesinde Batılı polisiye kitapların çevrilmesiyle Çin akımı etkisini yitirir. Başta Poe ve Doyle olmak üzere Wilkie Collins, Emile Gaboriau, Anna K. Green, G.K. Chesterton gibi ünlü isimlerin romanları gazetelerde tefrikalar şeklinde yayınlanır. Konu göz kamaştırıcı kurgu ve şok edici sırlar barındıran polisiye olunca muhafazakar yapılı Japon halkının batılı kültürlerden etkilenme tehlikesi pek de önemsenmez.

Modern Japon gizem ve dedektif kurgusunun üç döneme ayrıldığı söylenebilir: 1920-1940 yılları arası popüler olan, okuyucuya tüm ipuçları verilerek, kimin yaptığının bulunmasını hedefleyen Tantei (bir bulmacayı çözmek), ellilerin ortasından itibaren başlayan orta dönem Suiri (mantıksal düşünme) ve sürekli değişip gelişerek bugüne dek devam eden Neo-Sosyal akımı.

1923 yılına dek tektük denemeler çıksa da, sonraları Japon polisiye edebiyatının babası denilecek olan Edogawa Rampo'ya kadar özgün ve modern dedektif hikayelerine rastlanmaz. Taro Hirai büyük hayranlık duyduğu Edgar Allan Poe'dan esinlenerek Edogawa Rampo takma ismini kullanmayı tercih eder. D-zaka no Satsujin Jiken, 1925 (D Tepesi Cinayeti) adlı kapalı-oda romanı ilk özgün Japon polisiyesi olarak bilinir. Edebi değerlerinden çok, bulmaca yönü ağır basan, yüksek ölçüde mantıksal çözümler gerektirmesiyle yirmilerin Altın Çağ klasik polisiyelerine benzeyen fakat aynı zamanda fantastik, grotesk ve erotik öğeler taşıyan bu tür Honkaku (Ortodoks) diye adlandırılır. Honkaku, II. Dünya Savaşı’ndan önce genellikle kısa öyküler şeklinde yayınlanır, savaştan hemen sonra ise bu janra ait başarılı birkaç roman çıkar. En büyük yankıyı Edogawa Rampo’nun himayesine aldığı, Takagi Akimitsu adlı genç yazarın çıkış romanı, Shisei Satsujin Jiken, 1948 (Dövme Cinayeti) uyandırır. Bu romanla birlikte Yokomizo Seishi’nin Inugamike no Ichizoku, 1951 (Inugami Klanı) adlı polisiyesi Honkaku'nun mihenk taşları sayılırlar.

Ellery Queen ile düzenli mektuplaşan Edogawa Rampo, çocukluğundan itibaren tefrikalardan heyecanla takip ettiği Amerikan dedektif romanlarına hiç yabancı değildir. 1946 yılında, zaman içerisinde en iyi yazar ve romanlara, Edgar ve Gümüş Hançer muadili ödüller verecek olan Japon Polisiye Yazarları Birliği'nin kurulmasına önayak olur ve 1952'de Takagi Akimitsu ile birlikte Amerikan Polisiye Yazarları Birliği’ne üyeliği gerçekleşir. Birçok eseri filme uyarlanan Rampo'nun en tanınmış kahramanları dedektif Akechi Kogoro ve onun ezeli rakibi Yirmi Suratlı Adam'dır. Centilmen Hırsız Arsèn Lupin'e benzeyen bu anti-kahraman, okuyucular tarafından çok sevilir. Öyle ki 1984'de yaşanan zengin bir işadamını kaçırma ve fidye vakasını gerçekleştirenler, Rampo'ya gönderme yaparak kendilerine Yirmi Bir Suratlı derler.

1950'lerin ikinci yarısında Japon dedektif edebiyatı ağır bir depremle sarsılır. Seichō Matsumoto'nun öncülüğünü yaptığı, politik yolsuzluklar, sosyal adaletsizlik ve çürümüş yönetimleri ele alan toplumcu gerçekçi dedektif roman yazarları neredeyse bir gecede popüler olur ve bu akımdan kitaplar birbiri ardına yayımlanmaya başlanır. İlkokuldan sonra eğitim hayatına devam edemeyen ve ilk romanı kırklı yaşlarda çıkan Matsumoto, dedektif hikayeciliğini hayaletli evler ve grotesk atmosferden uzaklaştırarak, tıpkı ABD'li meslektaşı Chandler gibi gerçek hayata sokar. Konusunu gerçek bir olaydan, bir kumsalda bulunan çifte intihar vakasından alan ilk romanı, Ten to Sen, 1958 (Duraklar ve Yollar)'da polis dedektifleri yoğun ve zorlu bir soruşturma yürütürler. Kitapta tren tarifeleri ve zaman çizelgeleri önemli yer tutar. Burada bir parantez açıp, Japonya'da polisiye kitapların çok okunmasının en büyük nedenlerinden birinin, tıpkı İngiltere'de olduğu gibi ulaşım aracı olarak çoğunlukla trenlerin tercih edilmesi ve bu yolculuklarda günün yorgunluğunun okuyarak giderilmesi olduğunu belirtmeliyiz. Seichō Matsumoto, bir diğer ABD'li yazar Truman Capote gibi kitaplarında yaşanmış olayları işlemeyi sever. Ichiban (en iyi) ünvanı yakıştırılan Matsumoto, yazdığı karakterlerin derinliği ve realist anlatımıyla Van Dine ekolünden gelenlerden ayrılır.

Frederic Dannay (Ellery Queen’in diğer yarısı) 1977 yılında Japonya’yı ziyaret ettiğinde, Seichō Matsumoto ile konu üzerine bir oturumda tartışırlar. Matsumoto, dedektif kurgularında en önemli öğenin suçu işlemeye yönelik motif ve suçlunun psikolojisi olduğunu öne sürer ve dramatik tavırlarla cinayetleri çözen, genç ve dahi dedektifleri kesinlikle inandırıcı bulmadığını söyler. Genç yazar arkadaşlarından Poe ve Doyle'un etkilerinden kurtulup Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sına yönlenmelerini ister. Toplumcu gerçekçi dedektif kurgusunun müthiş patlaması etkisinde kalan yayıncılar klasik polisiye öğeleri taşıyan honkaku romanlarını basmayı redderler. Bu döneme Honkaku'ların kış mevsimi denilebilir.

Soji Shimada'nın gore kapalı-oda polisiyesi Senseijutsu Satsujinjiken, 1981 (Tokyo Zodyak Cinayetleri) Matsumoto'nun yarattığı kalın buzları yavaş yavaş eritse de kış hala devam etmektedir. Honkaku romanlarının üzerindeki Matsumoto kara büyüsü, birkaç sene daha sürer. Fakat 1987 yılında, genç yazar Yukito Ayatsuji'nin ‘On Küçük Zenci’vari ilk romanı, Jukkakukan no Satsujin (Ongen Ev Cinayetleri) honkaku polisiyelerini adeta yeniden diriltir. Bu yüzdendir ki roman, Shin Honkaku (Yeni Ortodoks) hareketinin başlangıcı olarak görülür. Bu akım psikolojik ve sosyal nedenler irdelenmeden, adeta birer kukla gibi içi boş karakterlerin her yeri kapalı bir mekanda işlenmiş cinayetleri bir yapboz gibi çözmeye çalışmalarından ibaret olması nedeniyle eleştirilir. Fakat Kyoto Üniversitesi'nde temelleri atılan Yeni Ortodoks hareketinin tam olarak amacı da bu, yani cinayeti bir oyun olarak görüp bulmacayı çözmektir.

Genel olarak suç oranı düşük olmasına rağmen Japonya'da polisiye edebiyatı çok popülerdir. 1999'da yapılan bir araştırmada en sevilen yazar olarak dedektif romanları yazarı Jiro Akagawa seçilirken en popüler ilk dört yazardan üçünün polisiye janrından eserler vermekte olduğu görülür. Polisiye yalnızca kitaplarla sınırlı kalmaz, birçok manga, film ve tv dizileri bu türdendir. 300 yılı aşkın süregelen silah kontrol politikası kurguya da akseder ve dedektifler yanlarında neredeyse hiç ateşli silah bulundurmaz. Gerçek hayatta ve kurguda işlenen cinayetlerin çoğu bıçaklama, boğma, ağır bir aletle saldırma veya zehirlemeler ile gerçekleştirilir ve elbette, ritüel intihar seppuku'ya (harakiri) birçok hikayede rastlamak şaşırtıcı olmaz. Cinayet nedenlerinin başında aile şerefine verilen önem ve utanç duygusu gelir.

Japon kadın polisiye ve gerilim yazarları azımsanmayacak sayıdadır. Japon'ların Agatha Christie'si olarak bilinen Shizuko Natsuki, tanınmış bir aileye mensup olduğu için takma isim altında, klasik "kır köşkü" polisiyeleri yazmaktadır. Sanal dünyanın Japon toplumuna etkisini anlatan Gölge Aile (Doğan Kitap, 2008) adlı romanı Türkçe'ye çevrilen bir diğer çok satar yazar Miyabe Miyuki'nin, polisiyenin yanında bilimkurgu ve korku türünden de eserleri bulunmaktadır. Japon kadın polisiye ve gerilim yazarları arasında en tanınmışı ise Natsuo Kirino'dur. Çıkış (İthaki, 2006) ile 51. Japonya en iyi polisiye romanı ödülünü kazanırken, kitap İngilizceye çevrildiği yıl 2004 senesinde Edgar en iyi roman ödülüne aday gösterilir. Orta yaşlı, sıradan kadınların anlatıldığı roman Japon toplumunun karanlık yönlerine değinip, kadının yeri ve uğradığı haksızlıkları işler.

Japon ve dünya edebiyatının en seçkin yazarları da dedektif kurgusunu denerler. Kobe Abe, Moetsukita chizu, 1967 (Harap Harita) romanında kayıp kocasını ararken kendini pornografik bir kabusda bulan bir kadını anlatır. Günümüzün popüler avant-garde yazarlarından Haruki Murakami de Yaban Koyununun İzinde (Doğan Kitap, 2008) ile yoğun ilgi gören, absürt bir dedektif romanı kaleme alır.

 

Orta Krallık’ta Cinayet: Çin Gizem Kurgusu

Japon polisiyelerinin uzun bir süre taklit ettiği Çin dedektif hikayelerinin geçmişi 7. yüzyılda hüküm süren Tang Hanedanı dönemine kadar uzanır. Eski Çin'de devlet tarafından görevlendirilen ve kendilerini toplumun huzurunu korumaya ve yapılan haksızlıkları düzeltmeye adamış idealist sulh hakimlerinin hikayeleri, bir nevi polisiye edebiyatının atası olarak kabul edilir. Fan-tso veya tersine ceza olarak bilinen Çin yasasına göre eğer bir kişi haksız yere suçlanmış ve bu ortaya çıkmışsa, bu sefer davacı aynı cezaya çarptırılır. İmparator tarafından geniş kapsamlı yetkilerle donatılmış, güçlü ve zeki insanlardan oluşan yargıçlar köy köy dolaşıp gezici mahkeme atmosferi altında davaları dinleyip bir karara varırlar. Bu hakimlerin önlerine gelen ceza davaları ve nasıl çözdükleri renkli tasvirlerle dile getirilerek nesiller boyu anlatılır. Fakat bu hikayelerde doğaüstü unsurların bolca bulunması, günümüz polisiyelerinden farklılık gösterir.

Çin’de bugünkü haliyle dedektif hikayeciliği, 1890'larda ilk Sherlock Holmes çevirisine kadar pek bilinmiyordu. Asil ve zengin zümrenin burun kıvırmasına rağmen halk arasında bir anda çok tutulan bu eksantrik kahramanı, Çinli yazarlar kendi kültürlerine adapte ederek, Holmes'ü hayaletler, tilki-kadın, kaplan-erkek gibi fantastik karakterlerle cengaverce çarpıştırırlar.

Çin polisiyeleri denilince akla gelen ilk örnek Yargıç Dee romanları olur. Çin'de görev yapan Hollandalı diplomat Robert van Gulik, Tang döneminde yaşamış ünlü devlet adamı ve dedektif Ten Jen-chieh'den esinlenerek Yargıç Dee isimli, kurgusal bir biyografi karakteri yaratır. Güçlü bir karaktere sahip Yargıç Dee, pek sempatik sayılmayacak fakat son derece enteresan biridir. Üç tane eşi olan Yargıç, Konfüçyüs sever ve sık sık Budizm ve Taoizm karşıtı söylemlerde bulunur.

Geleneksel Çin dedektif hikayeleri, Batılı okuyucuların alışık olduğu tarzdan çok farklıdır ve ekseriyetle şu formül kullanılır: Hemen hikayenin başında kim olduğu belli olan bir suçlu ve her şeye kadir, ne kadar zor olursa olsun çözüme ulaşan bir dedektif. Fakat Robert van Gulik kahramanını zeki olmasına rağmen hata da yapabilen biçimde daha insanileştirip, suçlunun açıklanmasını da sona bırakarak hikayelerini batılı okuyucuların zevkine uygun bir şekilde modifiye eder. Çin Gölü Cinayetleri'nde (Ayrıntı Yayınları, 1992) olduğu gibi, bütün Yargıç Dee maceralarında ilk bakışta birbirinden bağımsız görünen üç hikaye anlatılır ve bir yerde davaların çakıştığı geleneksel tarzı da korur. Yargıç Dee serisinin bir diğer karakteristik özelliği de Çin toplumunda yaygın inanılan doğaüstü güçlere yer vermesi, ama çözümde asla hayaletlerin değil hep insanların sorumlu olduğunun anlaşılmasıdır.

1949’da Komünist partinin iktidara geçmesinden 1976 Mao’nun ölümüne kadar olan sürede çok az basılan polisiyeler, genelde ajanların antikapitalist sisteme karşı verdikleri mücadeleyi anlatan bir nevi propangada kitaplarına dönüşür. Mao'dan sonra, özellikle kamu görevlilerinin yaptıkları yolsuzluk ve adli haksızlıkların peşine düşen dürüst polis memurları temalı romanlar bir anda patlama yapar. Aynı zamanda Christie, Hammett başta olmak üzere birçok önemli yazarın eserleri Çinceye çevrilir. Yetmişli yıllardan itibaren edebiyatın diğer dallarında olduğu gibi, polisiyeler de değişken hükümet politikalarına paralellik gösterir, ancak ekonomik patlamayla birlikte edebiyat serbestlik kazanır. Çin dedektif kurgusunu batılı tarzdan ayıran en önemli fark suçlunun kim olduğunun bulunmasından çok, adaletin yerine getirilmesi ve kötülerin mutlaka cezalandırılması kaygısıdır.

Çok satan Başmüfettiş Chen Cao ve yardımcısı dedektif Yu seri polisiyelerinin yazarı Qiu Xiaolong, her ne kadar uzun bir süredir ülkesinde yaşamıyorsa da köklerinden kopmamıştır. Yazdığı bir inceleme kitabı için ABD’de bulunduğu sırada Tiananmen Meydanı olayları çıkar. Çinli öğrencilere verdiği destek yüzünden gazeteler tarafından hedef gösterildiği için ülkesine dönmesi tehlikeli hale gelir. Çin Komünist Partisi değişimlerinden hemen önceki Şangay’ı mekan olarak seçen Qiu Xiaolong’un polisiyeleri, gizem örgüsünün yanında Konfüçyüs öğretisi, Çin mutfağı ve mimarisi gibi çeşitli Çin motifleriyle bezelidir. Edebiyat alanında akademik çalışmaları bulunan yazara, neden dedektif romanları yazmayı tercih edildiği sorulduğunda, anlatmak istediklerini en iyi polisiye kurguda dile getirebildiğini söyler.

 

Batılı Yazarlardan Uzakdoğu Dedektifleri

Geniş bir coğrafyada yer alan Uzakdoğu'nun kültürel tarihi yüzyıllar öncesine dayanır, dolayısıyla edebiyatın diğer dallarında olduğu gibi polisiye kurgusunda da çok eserler verilmiştir. Doğunun mistisizm kokan atmosferi Batının her zaman ilgisini çekerken birçok AngloSakson yazar kendi Asyalı karakterlerini oluşturmayı tercih eder. İçlerinden en tanınmışı, Earl der Biggers'ın 1919 yılında çıktığı Hawai tatili esnasında tanıştığı Çinli-Amerikalı iki dedektiften esinlenerek kurguladığı Charlie Chan'dır. Yazara göre, ilk kez Anahtarsız Ev (Labirent Yayınları, 2013) ile okuyucuların karşısına çıkan Charlie Chan, klişe "Sarı Tehlike' terimini sona erdirmiştir. Mesela İngiliz yazar Sax Rohmer'ın 20. yüzyılın hemen başında yarattığı şeytani Fu Manchu'su bu tipik “sarı tehlike” kötü adamlarındandır.

Gördüğü büyük ilgi üzerine filme uyarlanan Charlie Chan'ı önceleri bir Asyalı oynadığı için seyirci pek ısınamaz. Film şirketinin başrole bir beyaz adamı getirmesiyle gişe rekorları kırılır. Bu yüzdendir ki, Earl der Biggers'ın ölümünün ardından bir başka Asyalı dedektif siparişi verilir. John M Marquand, İmparatorluk ajanı Japon Mr. Moto'nun maceralarını kaleme alır. Mr. Moto her ne kadar Amerikalıların kadim dostu ise de Pearl Harbour ile birlikte bir anda silinir gider.

Otuzlarda Raoul Whitfield, Black Mask dergisi için Filipinli dedektif Jo Gar’in pulp diye tabir edilen ucuz hikayelerini kaleme alır. Jo Gar, Pasifik Okyanusu’nda maceradan maceraya koşarken I. Dünya savaşı öncesi Uzakdoğusunun mükemmel bir portresini çizer.

Uzun süre İngiltere'nin sömürgesinde kalan Hindistan, Wilkie Collins, Rudyard Kipling gibi birçok İngiliz yazarın gözde mekanlarından olmuştur. Bir başka popüler Asyalı karakter, İngiliz yazar ve eleştirmen H.R.F. Keating'in 1964'de yazmaya başladığı Bombay polisinden Müfettiş Ghote'dır. Keating hiç gitmemesine rağmen şimdinin Mumbai'si hakkında geniş bilgiye sahiptir, bir söyleşisinde Hint Demiryolları’nın tren tarifelerine bakarak olayların geçtiği yerleri yazdığını itiraf eder. Agatha Christie'nin Poirot’yu yazarken büyük ölçüde esinlendiği Mufettiş Hanaud karakterinin yaratıcısı A.W.E. Mason ise sık sık İngiltere sömürgeleri, Sri Lanka ve Burma’ya seyahatlerde bulunmuş ve izlenimlerini romanlarına yansıtmıştır.

1932-1970 arasında yazılan ve hala çok okunan Dedektif Byomkesh Bakshi maceraları veya 250 kadar pulp romanı yirmi beş milyondan fazla satmış Mohan Pathak gibi birçok örnek bulunmasına rağmen çoğu insan Hint polisiyelerine ancak Bollywood filmlerinden aşinadır. Aynı şekilde Kore polisiyeleri de batı dünyasında daha çok film ve diziler sayesinde tanınır. Bizde de çok az örneğini gördüğümüz Uzakdoğu polisiyelerine, özellikle Japon klasiklerine yayınevlerinin daha fazla ilgi gösterip çeviri programlarına dahil etmesini ümit ediyoruz.

Kategori: Makaleler

Yorum yaz
mode_edit