menu

Conan Doyle / J.D. Carr (Çeviri:Rekin Teksoy)

Yazan: Oğuz Eren
Yayın Tarihi: April 16, 2010 06:41

John Dickson Carr, polisiyenin "Altın Çağ" diye adlandırılan dönemin önde gelen yazarlarındandır. Dilimize -tespit edebildiğimiz kadarıyla- 30 romanı ve iki öyküsü çevrilen Carr, Agatha Christie'ye yakıştırılan Polisiyenin Kraliçesi sıfatına gönderme yapılacak şekilde; Polisiyenin Kralı olarak anılmaktadır. Zekice kurgulanmış, çetrefilli cinayet öykülerinin üstadı olan yazar; Arthur Conan Doyle'un oğlu Adrian Doyle ile birlikte, Sherlock Holmes öyküleri yazmış olmanın yanısıra, 1948 yılında, Doyle için bir de biyografi kaleme almıştır. İşte bu biyografinin bir özeti, Dünyada Her Ay dergisinin Temmuz '49 tarihli sayısında dilimize Rekin Teksoy'un çevirisi ile yayınlanmıştı. Bu çeviriyi, Sn. Rekin Teksoy'un izni ile yayınlıyoruz. 1949 yılındaki çeviri metnine müdahale etmeden, olduğu gibi yayınlamayı uygun gördük.

Çeviriyi yeniden gözden geçirip, yayınlanması için izin veren Rekin Teksoy'a; ayrıca ricamızı kendisine ileten Raşit Çavaş'a teşekkür ederiz...

Küçük Arthur Conan Doyle'u annesiyle gezerken görenler, onları iki kardeş zannederlerdi. Kadın 26 yaşında olmasına rağmen 16'dan fazla göstermezdi. Çocuk ise henüz 5 yaşında idi; fakat annesi ona büyük adam muamelesi yapardı. Buna karşılık Arthur da annesine, bütün hayatı boyunca devam edecek olan, sonsuz bir hayranlık besliyordu.

Bu çocuk-anne, tahta fırçalamaktan ve "İki Dünya" mecmuasını okumaktan artakalan vaktini, hanedan armalarının tetkikine harcardı. Anne kendisinde fikri cabit halini almış olan bu merakın, bütün belâgatini kullanarak oğluna da aşılamaya gayret ederdi. Bu maksatla Arthur'a sık sık sorardı:
- Söyle bakalım, Plantagenetler'in arması nasıldır?
Çocuk g'leri "z" gibi telaffuz ederek:
- Mavi zemin üzerine kuş gagası,
diye cevap verirdi.
- Aferin Arthur, büyüyüp adam olunca, senin de Plantagenet'lerin bir yan kolundan olduğunu sakın unutma; e mi evladım?

Charles Doyle'la 17 yaşında iken evlenen Mary Foley, Edinburgh'lü katolik bir dul kadının kızı idi. Bunun içindir ki Arthur'ün çocukluk hatıraları İrlandalıların Crêcy, Waterloo veya Nil kıyılarındaki kahramanlık menkıbeleriyle doludur.

Çocukluk Yılları

Tahsil çağına gelince Jêsuite'lerin Stonyurst kolejine devama başlayan küçük Arthur, orada İrlanda tarihini tamamen öğrenmek fırsatını elde etmişti. Fakat çocuk bu okulun sert disiplininden çok şikayetçidir. Öğretmenler en ufak bir kabahatleri karşısında talebelerin ellerini sopalamaktadırlar. Öyle ki, öğretmenin değneğinden bir türlü kurtulamayan Arthur'ün parmakları sızıdan yazı yazamaz olmuşlardır.

Onbeşine ayak basınca Arthur hayatının ilk önemli hadisesiyle karşılaştı. Anette halası Paskalya tarihini geçirmek üzere onu Londra'ya çağırmıştı. Halasına verdiği cevapta kendisini şöyle tarif ediyordu:

Boyum 1.75. Tıknazım. Siyah elbise giyip, kırmızı boyun atkısı takacağım.

Londra'da üç hafta kalan Arthur, Hamlet rolünde Henry Irwing'i seyretti. İleride yaratacağı tiplerden, Sherlock Holmes'tan sonra en meşhuru olan Gêrard Çavuş, bu esnada aklından bile geçmemişti.

Stonyurst'a döndükten az sonra imtihanlar başladı. Çalışkan ve hareketli bir talebe olan Arthur'un imtihanlardan korkması için sebep yoktu. Nitekim çok geçmeden annesine muvaffakiyetini müjdeledi. Bu mektubun bir yerinde Arthur şöyle yazıyordu:

"Benim için hareket imandan daha kıymetli bir kelimedir."

Tıp Talebesi ve Muharrir

Edinburgh'a döndükten sonra annesinin de tasvibiyle Tıbbiye'ye girdi. Fakat mali durumları bozuktu. Ailesine yardım için tanınmış bir doktorun yanında çalışmaya başladı. Tıp onun için bir ihtiyaçtı. Bu ihtiyaç bütün hayatı boyunca, muharrir olarak şöhretin zirvesine eriştiği zaman dahi, kendini hissettirecek ve muharrirliği daima ikinci bir meslek olarak telakki edecekti. Fakat hayatının sonuna kadar sevdiğinden kazanamadığı için, sevmediğini yapmak zorunda kalacaktı.

Bir gün Edinburgh'da karnı ve cepleri boş dolaşırken aklına bir gazeteye yazı yazmak fikri geldi. Hemen o gece Sasassa Vadisi adında bir polis hikâyesi hazırlayarak Chamber's Journal'a gönderdi. Haftalık kazancı 1 liradan ibaretti. Çarşambadan sonra bütçesi ancak patates yemesine müsaade ederdi. Tek ümidi mahalle bakkalının hastalanıp kendisini çağırması ve mukabilinde erzak vermesiydi. Fakat aksi gibi bakkal da kaya gibi bir adamdı. Tıp talebesinin açlığı devam edecekti. Ömrünün bu devresi için şöyle der: İnsanlar bir sakallı doktor tarafından boğazlanmayı, bir genç doktor tarafından iyi edilmeye tercih ediyorlar.

Chamber's Journal'dan bir mektup ve hikâyesine karşılık olarak üç guinêe aldığı gün, topu topu iki patatesi kalmıştı. Fakat hikâyesinin kabul edilişine sevindi ve yenilerini yazmaya karar verdi. Annesine yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Doktorlukla karnımı, gazetecilikle de zevklerimi doyurabileceğim gün, kendimi tamamen bahtiyar sayacağım."

Fakat bu çift arzusunu gerçekleştirmeye asla muvaffak olamadı. Ölünceye kadar ne kazandıysa yalnız yazılarından kazandı. Göz mütehassısı olmak hevesine kapıldı. Yazılarından kazandığı parayı bu uğurda tüketti. Hatta göz tedavisi tekniğinde son ilerlemeleri öğrenmek maksadiyle Avrupa'yı baştan başa dolaştıktan sonra İngiltere'ye dönerek bir klinik te açtığı halde tek bir müşteri bulamadı. Kısacası, doktorlukta yıldızı ezelden sönüktü.

Bu vaziyet olağanüstü bir hadise patlak verdiği güne kadar devam edip gitti: Boer harbi. Milli Savunma Bakanlığı'nın muhalefetine rağmen bu harbe Doktor Binbaşısı rütbesiyle iştirak etti ve Transvaal'de siyah bir amberlancin başında bol bol hekimlik yapmak fırsatına kavuştu.

Macera ve Sergüzeşt Yılları

Bu sıralarda Chamber's Journal'e gönderdiği yazıları reddedilmişti. Bunun üzerine askeri cerrah olarak donanmaya geçti. Grönland'ın buzları arasında yaptıkları bir fok avından sonra kendi portresini şöyle çizer: "Kızarmış karla kaplı bir enginliğin ortasında, omzunda bir ip tomarı ve bir elinde bıçak, öbür elinde kana bulanmış bir balta tutan bir insan azmanı..."

İngiltere'ye dönüp son imtihanlarını da verdikten sonra Arthur cerrah sıfatıyla Afrika'ya gitmekte olan Mayumba vapuruna girdi. Bir yıl sonra vatana döndüğünde annesine şöyle yazıyordu: "Hastalandıktan, köpekbalıklarına yem olmak tehlikesiyle karşılaştıktan, iki üç kere yaralandıktan, gemimiz İngiltere ile Madêre arasında yangın tehlikesi atlattıktan sonra sağ salim dönmüş bulunuyorum."

Bu seyahat Doyle'u denizcilikten soğutmuştu. Gemiyi terkederek Portsmouth'da bir muayenehane kiraladı. Kapıya, üstünde ismi yazılı mermer bir levha astı ve küçük kardeşi Innes'le beraber hasta beklemeye başladılar. Annesi, oğlunun mektubunda şu satırları okuyacaktı: "Sevgili anneciğim; bugün 24 kişi levahma baktı. Fakat hiçbiri içeri girmedi."

Nihayet bir gün, ilk olarak muayenehanenin eşiğini genç ve zarif bir kadın aştı. Innes sevincinden çıldıracaktı.

- Conan! Gözünaydın! Nihayet bir kukla geldi!

diye haykırdı. Bu ziyaretin arkası çıkmadı.

Genç doktorun vakti boşuna geçiyordu. İşi yeniden hikâyeciliğe döktü. Ağabeyi gibi annesiyle muntazaman mektuplaşan Innes bu hadiseyi bir mektubunda şöyle anlatır:

"Arthur bu sabah kahvaltıdan sonra aşağıya indi ve 'Üç Gözlü Adam' hikâyesini yazmaya başladı. Bu esnada ben de aya iki dakikada füzeler atacak yeni hidrolik makinemle uğraştım. Fakat işi yarıda bırakarak kalan son iki patatesimizi tencereye atmak üzere mutfağa gittim."

Cornill Magazine mecmuası Hababuck Jephson'un İfadesi adlı hikâyesine karşılık 29 guinêe gönderdi. Fakat hekimlikten bir türlü vazgeçemiyordu. Arada sırada bazı gelenler de oluyordu. Bir gün genç bir kız menenjite yakalanan küçük kardeşini getirdi. Çocuğu kurtaramadı ama Louise Hawkins adındaki ablasına aşık oldu ve 1885'te onunla evlendi.

Polis Romancılığının Doğuşu

Genç koca para sıkıntısı çekiyordu. Buna çare bulmak için daha başka hikâyeler yazmaya koyuldu. Portsmouth küyüphanelerinde bulduğu bütün polis romanlarını okudu. Bunlar arasında Gaboriau'nun Monsieur Lecoq adlı kitabını çok beğendi ve bunun tesiri altında kendisi de yeni bir polis hafiyesi tipini yaratmayı düşündü. Sonradan Gölge ve Işık başlığı altında topladığı hikâyelerini yazarken bu düşünce kafasında iyice olgunlaşmıştı. Öyle bir tip yaratmak istiyordu ki polis sırlarını, tıpkı bir matematikçinin muadeleleri hallettiği gibi, açık ve sarih bir surette çözüp meydana çıkarsın. Fakat bu işe kendi başına ve yeni baştan başlamak zorunda idi. Çünkü ilmi polis bilgisi diye bir şey henüz doğmamıştı. Conan Doyle polislik mesleğinin ilmi temellerini yeni baştan kuracak, yaratacaktı.

Daha ilk hazırladığı metinde Paris Elçisi'nin yardımı ile cinayet izlerinin tespiti fikrini ortaya atmıştı. Bu fikir sonradan bütün dünya polisi tarafından kabul edilmiş ve umumun malı olmuştu. Emeli suç ve cinayet araştırmaları için tam bir ilim yaratmaktı. Bu ilim sayesinde gizli bir taharri memuru, parmak izi, çamur ve toz gibi maddi delillerin ve kimya, anatomi ve jeoloji gibi ilmi bilgilerin yardımı ile bir cinayetin esrarını, sanki işlendiği anda orada bizzat hazırmış gibi çözecek ve bütün safhalarını meydana çıkaracaktı. Kafasında tasarladığı tipi bulmak ve tamamlamak için, iki ay her gece, elinde bastonu, yağmurluğunun yakasını kaldırarak ve şapkasını gözlerine kadar indirerek Londra'nın sisli sokaklarında avare avare gezindi, durdu. Her yere, her deliğe girdi, çıktı. Şüpheli gördüğü kimselerin hayatına karıştı; onlarla senli benli oldu. Kafasındaki taslak tipinin karakteristik vasıflarını canlandırıyor; bizzat kendisi de onun hayatı, düşünüş tarzı ve hareket şekilleri içinde yaşıyordu.

Sherlock Holmes Doğuyor

İşte Sherlock Holmes böyle doğdu. Ona ilk taktığı ad, tipik bir İskoç ismi olan ve ilk çocukluk hatıralarından diye bilindiği Sherrinford Holmes adı idi. Eserin müstear müellifi olarak da, sonradan meşhur polis hafiyesinin en tanınmış yardımcılarından biri olacak olan John Watson'un ismini münasip gördü.

Sherlock ilk defa olarak A Study in Scarlett'da ortaya çıktı. Fakat yayınevi metni reddedince Conan Ward Lock yayınevine başvurdu ve 25 liraya kitabı sattı. Bunun üzerine kahramanı için ikinci bir macera hazırladı: Clarke Micah

O sıralarda şöyle yazıyordu: "Eğer Micah basılırsa Londra'ya, Berlin'e ve Paris'e giderek göz ihtisası yapacağım."

Micah beklenmedik bir muvaffakiyet kazandı. Sherlock Holmes böylece bir çırpıda meşhur olunca Conan Doyle'un hakiki hayat dramı da artık başlamıştı. Fakat kahramanının şöhreti arttıkça yarattığı bu kuklanın esiri olduğu hissi de şiddetlenecek, tıbba daha hararetle sarılacaktı. Halbuki kendisinden sadece Sherlock Holmes'un babası olarak kalması istenecekti. Piccadilliy kulüplerindeki asilzadeler, Londra'nın kenar mahallelerindeki çamaşırcı kadınlar, City'nin zengin maliyecileri, Gramar School talebeleri yarattığı kahramana hep aynı büyük sevgiyi besliyorlardı. Sherlock Holmes, bütün İngiliz ailelerinin dostu olmuş, hatta saat beş çayı veya akşam yemeği adeti gibi bir ihtiyaç halini almıştı. Conan Doyle ise ondan ebediyen kurtulmanın çarelerini araştırıyordu. Annesine şöyle yazıyordu: "Benden her gün yeni maceralar istiyorlar. Hep Sherlock Holmesvari maceralar... Bu benim için en büyük azaptır."

Sherlock'u Öldürmek Kararı

Şimdi ciddi bir kitap, bir roman yazmayı düşünüyor. Fakat buna imkân var mı? Sherlock Holmes hayattadır ve onun bütün çalışma kudretine tam manasile hakimdir. Conan Doyle bütün iradesini bir araya toplayarak yarattığı tipi meydandan kaldırmak ve kendi elleriyle katletmek kararını veriyor. Annesine yazdığı mektupta diyor ki: Yeni hikâyeme öyle yüksek bir fiyat isteyeceğim ki, ister istemez reddetsinler.

Ve hakikaten de üç sahifelik bir hikâye için 50 lira istiyor. Bu sefer artık kurtulmuştur! Fakat o talih nerede? Strand mecmuası teklifini kabul ediyor ve şöyle bir telgraf çekiyor: "Hikâyenin ne zaman basılmasını istiyorsunuz? Cevabınızı yıldırımla telleyiniz."

Conan bu cazip teklife karşı koyacak kuvveti kendinde bulamıyor. Sekizinci Sherlock Holmes macerası da işte bu suretle dünyaya geliyor. Hatta dokuzuncusu bile doğum beşiğinde...

Öbür taraftan annesi mektuplarını hiç eksik etmiyordu ve hemen her mektubunda oğlunun yarattığı tipten bahsediyor, bazen sert tenkitler ileri sürüyordu. Conan bütün bunları dikkatle okuyordu. Hatta bir defasında oğlunun yeni fikirler bulmakta güçlük çektiğini düşünen annesi ona şöyle bir mevzu da yollamıştı: "Saçları altın sarısı bir kız düşün. Saçlarını kestikten ve yeni kalıba girdikten sonra ona bir sürü müthiş cinayetler işlet."

Conan bu teklife şu cevabı verdi: "Anneciğim, bu mevzu beni çekmedi. Maamafih daha başka fikirlerin varsa bana bildirmeyi ihmal etme."

Bundan sonra üç hikâye daha yazdı: The Bachelor, Mühendisin Ölçüsü ve onuncu hikâyesi olarak da Ölüm Habercisi Beryl. Onikinci hikâyesini yayınlamadan evvel biraz beklemeyi düşündü. Tesadüfi bir hareket değildi. Çünkü kafasında öteden beri taşıdığı gizli fikrini bu metinde açığa vuracak ve Sherlock Holmes'in işini bitirecekti. Bunu annesine bildirmekte beis görmedi: "Bu son yazımda Sherlock Holmes'i yok etmeyi düşünüyorum. Kendimi daha iyi eserlere vermeme engel oluyor."

Haber annesini fena halde sarsmıştı. Ona acıklı bir yalvarış mektubunu yazdı. Bunda şöyle diyordu: "Bunu yapmayacaksın, yapamazsın, yapmamalısın!"

Conan buna cevaben Sherlock Holmes'i muhakkak öldürmek zorunda olduğu, çünkü ona mevzu yetiştiremediğin yazınca, annesi hemen mukabele etmiş ve vaktiyle kendisine yolladığı sarı saçlı kız mevzuunun kahramanına pekâlâ yeni bir macera olabileceğini hatırlatmıştı.

Böylece annesinin bulup ona telkin ettiği "sarı saçlı kız", Sherlock Holmes'in on ikinci macerasının kestane saçlı Matmazel Violet Hunter'ı oldu.

Sherlock'un Katli

Ma'an -annesi- İngilterede en çok sevilen kahramanın hayatını kurtarmıştı. Fakat oğlunun heyecanını istediği kadar diriltmeye muvaffak olamamıştı. O artık polis maceralarını yazmaktan bıkmış, usanmıştı. Ve zevkine daha uygun bulduğu sahalara doğru akarak büyük bir roman yazmaya başlamıştı bile...

Bu arada sağdan soldan yeni macera taleplerinin ardı arkası kesilmiyordu. Bu defer yeni bir seri için 1000 lira istedi. Strand mecmuası bir kere daha bu fiyatı kabul etti! Conan Doyle hemen işe sarıldı ve bir çırpıda on macera daha yazıp gönderdi. Fakat annesinin ikaz mektuplarına rağmen serinin sonuna doğru polis hafiyesi tipini bu sefer kat'i olarak yok etmeyi tasarlamıştı. Nihayet bir gece tam binlerce seyircinin heyecanla takip ettiği maceralarından biri tiyatroda temsil edildiği bir anda, Conan Doyle odasına çekilmiş, eski pijamasına iyice sarılmış, piposunu ağzına takmış, masanın üzerine Pride and Prejudice adlı kitabı ardına kadar açmış -ciddi bir roman!- ve bu dekor içinde Holmes'i fütursuzca Reichenbach uçurumundan aşağı itivermişti.

İndirdiği darbe öldürücü oldu. Büyük hafiye artık hayatta değildi. Conan Doyle nihayet kurtulmuş ve hürriyete havuşmuştu. Bundan sonra dilediği kadar hekimlik yapacak ve ciddi romanlar yazacaktı.

Fakat Heyhat!

Kendi yarattığı bu acayip mahlukun feci ölümü ona çok pahalıya malolacaktı. Felaketler birbirini takip etti. Babası ani olarak öldü. Karısı cenaze gününün akşamında bir sırt acısından yatağa düştü: Verem! Bütün aile İsviçre'de Davos sanatoryumlarına göç etti. Sherlock Holmes'in ölüm haberi Londra'da yayıldığı gün, Conan Doyle bir dağ otelinin balkonunda hasta karısının yanıbaşına uzanmış, istirahat ediyordu.

Bu arada okuyucuları da onu rahat bırakmıyordu. Dört taraftan mektuplar, protestolar, hakaretler yağıyordu. Londra gençleri sevgili kahramanlarının ölümüne matem tutuyordu. O gün işlerine, şapkalarına siyah tül takarak gittiler.

Spor ve Seyahat

Bütün bu gürültülere karşı Conan Doyle zahiren sakin görünüyor ve bir taraftan da yeni keşfettiği kayak sporunu otel müşterilerine öğretmekle vakit geçiriyor, kendini avutuyordu. Nansen'in kutup yolculuğuna ait bir raporunu okumuştu. Bunun üzerine Avrupa'da henüz kimsenin bilmediği bir kaç çift tahta kayağı Norveç'ten getirtmişti. Köylüler şaşkına döndüler. Bir gün Branger adında iki sporcu köylü kardeşle sözleşti ve onlarla birlikte dağ tepesinden atlayarak kar fırtınasının birbirinden ayırdığı iki köy arasındaki irtibatı kurmak teşebbüsüne atıldı. Üçü birden Davn'dan hareketle Arosa'ya kadar olan 19 kilometrelik mesafeyi, üç bin metre yükseklikteki Furah boğazından geçmek suretiyle aşacaklardı. Masmavi bir gökyüsünde parıl parıl ışıldayan kocaman aylı bir gecenin şafağında yola çıktılar. Az zaman sonra vadinin öbür ucundaki çam ormanının içinde gömülü Arosa otelleri, onlara uzaktan birer çocuk oyuncağı gibi görünüyordu. Köye vardıkları vakit halkın çılgın sevinç tezahürleriyle karşılandılar. Branger kardeşlerden biri Arosa'da indikleri otelin defterine üçünün hüviyetlerini yazdı ve Conan Doyle'a ait kısmın meslek hanesine şu kelimeyi kondurdu: Sporcu.

Ağustosta karısının sıhhi durumu iyileşmişti. Conan Doyle, bir emprezaryonun ısrarlı teklifini kabul ederek bir konferans turnesini yapmak üzere Amerika'ya gitmeyi kararlaştırdı. Londra'da hassa alayında teğmen rütbesiyle vazife gören kardeşi Innes'i yanına çağırdı ve birlikte yola çıktılar.

İngiltere'ye dönüşlerinde Yeni Dünya'yı fethetmişlerdi. Conan Doyle orada binlerce dost edinmişti. Vermont'taki Nuh gemisi yapısındaki şatosunda büyük şair Kipling'i tanıdı. Dik yapılı ve sinirli, gergin boyunlu, çalı bıyıklı, kocaman gözlüklerinin ardında gözleri fırdönen küçük bir adam, onu hararetle karşıladı. Conan Doyle ona Golf sporunu öğretti. Spor merakı Amerika'da da onu terketmemişti.

Aşk ve Macera

Conan Doyle İngiltere'ye bu seferki dönüşünde Napolyon devri edebiyatına merak sardı. Polis hafiyesi kahramanına karşılık bu sefer bir asker kahraman tipini yarattı; Marbot'un hatıralarından aldığı Gérard Çavuş tipini. "Fakat", diyordu, "ihtirasım elimdeki imkânlardan daha büyüktü."

Gérard çok beğenildi ve tutundu; fakat onu hiç tatmin etmedi. Yaşı otuz sekizi bulmuştu. Sherlock Holmes'tan mahrum kaldıktan sonra kolunun, kanadının kırıldığını bir türlü kabul etmek istemiyordu. Fakat paradan yana artık sıkıntısı yoktu, zengindi. Surrey'de bir ev yaptırdı. Burada Jean Leckie ile tanıştı ve ona aşık oldu.

Fakat bu aşk, ilk karısının ölüm yılı olan 1902'ye kadar platonik kalacaktı. Ondan sonra Jean Leckie ile evlenecek, ve bir kızla iki oğlu olacaktı.

Jean Leckie harikulade güzel bir kadın tipi idi. Ona ilk rastladığı vakit içinde karanlık bir duygu fırtınası kopmuş, fakat hasta karısına beslediği büyük saygı ve şefkat yüzünden bu duygusunu açıklamaya bir türlü cesaret edememişti. Üste asla onu incitmeyeceğine annesine söz vermişti. Bu iç mücadele onu son derece yormuştu. Karısı öldüğü vakit bu dev yapılı adam on beş kilo kaybetmişti. Yanakları çökmüş, bakışları zayıflamış, sırtı hafifçe kamburlaşmıştı.

Boer harbi de işte tam bu sıralarda patlak vermişti. Sevdiği kadınla evlenmiş ve yeni bir maceraya atılmaya karar vermişti. Tasarısını annesine yazdı. Şu cevabı aldı:

Boyun çok uzun. Muhakkak vurulursun. Beni dinle. Ben senin için yeryüzünde Allah'ın mümessiliyim. Sakın gitme!

Çete Harbinin Tekniği

Conan Doyle artık yaşını başını almış, 48.nci yıldönümüne ayak basmıştı. Bu yaşta annesine ilk defa olarak itaatsizlik gösterdi. Bir Cricket kulübünde söz aldı ve bütün sporcuların, silah kullanmaya veya ata binmeye kabiliyetli bütün erkeklerin seferber edilmelerini istedi. Hatta bizzat kendisi bir gönüllü taburunu kurmaya kalkıştı. Milli Savunma Bakanlığı müracaatını reddetti. Fakat seyyar bir amberlance tertip eden tanıdıklarından biri arzusunu yerine getirdi. Harpten dönüşünde bir harp tarihi yazacaktı. "Birkaç Askerlik Dersi" adlı bir makale yayınladı. Bunda ilk defa olarak modern çete muharebeleri tekniğine dair bir takım yeni fikirler ortaya attı. Bunun bir yerinde şunları yazıyordu:

... Piyade siper kazmasını öğrenmelidir. Bu iş yalnız istihkâm erlerine bırakılmamalıdır. Yaldızlı sırmalara, parlak şeritlere, tüy serpuşlara artık son verelim. Şık üniformalardan, bel kayışlarından ve bütün lüzumsuz israflardan vazgeçelim. Süvarinin silahı artık kılıç ve mızrak değildir; tüfektir. Topları sıraya koymak değil, örtmek lâzımdır. Sıralanan toplar tek bir obüs isabetiyle mahvolmak tehlikesindedir.

Fakat askeri çevreler Conan Doyle'un bu stratejik görüşlerini ve tavsiyelerini büyük bir ihtiyatla karşıladılar.

Onun bu haklı istekleri makul görünüp de bütün dünya tarafından kabul ve tatbik edilinceye kadar aradan yıllar ve devirler geçecekti.

Bir Politika Macerası

Conan Doyle bu sıralarda politika hayatına atıldı ve Liberal Parti'nin aday listesinde millet meclisi seçimlerine katıldı. Yorucu bir seçim mücadelesi yapıyor, günde dört beş nutuk veriyor, her seferinde başka dinleyiciler önünde konuşuyordu. Oy gününün arifesinde seçileceği hemen hemen muhakkak gibiydi. Fakat geceleyin protestan propogandası adaylığına karşı sokak duvarlarına 300 yafta yapıştırdı. Bunda Conan Doyle "Papa leyhine gizli bir teşebbüse" girmiş olmakla itham ediliyor, kendisinin katolik kilisesi hizmetinde bir cizvit ajanı olduğu söyleniyor, protestan kilisesinin bir yıkıcısı diye vasıflandırılıyor ve bunlara karşı ne diyeceği, kendisini ne ile müdafaa edeceği soruluyordu. Daily Telegraph gazetesi o günlere ait bir sayısında bu hadiseyi şöyle anlatıyor:

"Edinburgh heyecan içinde çalkalanıyor. Conan Doyle'un taraftarlarıyla aleyhtarları yumruk yumruğa geldiler. Kavga bütün şehre yayıldı. Fakat protestanların sarfettikleri ümitsiz gayretler nihayet semere verdi ve Dr. Conan Doyle (2500 oy), M. Brown (3000 oy) tarafından mağlup edildi."

Conan Doyle'un kendisi şöyle diyordu: "Ben politika için yaratılmış bir adam değilim. Görüyorsunuz, bir seçim toplantısında rakiplerimden biri bana Sherlock Holmes diye hitap edince, bütün salon bir kahkaha tufanı içinde çalkalanır ve beni her türlü müdafaa imkânından tamamiyle mahrum bırakırdı."

İyilik ve Asalet Ünvanı

Conan Doyle bundan sonra faal hayattan bir kere daha çekilmek kararını veriyor. Arkadaşları onu teşvik ve teselli etmeye çalışıyor, fakat ruhundaki sırra kimse erişemiyordu. Bu müddet içinde bol bol yazı yazdı, uzun seyahatlere çıktı, bazı arkadaşlarına para yardımları yaptı. Birine yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Size 500 lira gönderiyorum. Bu parayı nasılsa bir Güney Afrika gezisinde harcayacaktım. Binaenaleyh bunu hiçbir vicdan azabı duymadan rahat rahat kabul edebilirsiniz."

Para yardımlarını annesine bildiriyor ve ondan takdir dolu cevaplar alıyordu. Aralarındaki anlaşma tamdı. Yalnız bir seferinde aralarında oldukça mühim bir anlaşmazlık çıktı. Conan Doyle kendisine verilmek istenen Şövalye payesini reddetmeyi düşünüyordu. Bu niyetini annesine şu satırlarla bildirdi: "Benim nazarımda en yüksek pâye doktorluktur. Bunu da senin fedâkarlıkların ve senin iraden sayesinde kazanmış bulunuyorum. Henüz genç bir kimsenin Şövalye gibi itibarını kaybetmiş bir pâyeyi kabul edişini havsalama sığdıramıyorum. Bu görüşümü lütfen kabul et ve bir daha bu mevzua dönmeyelim."

İyi amma annesinin nazarında Şövalyelik beş asır evvelki şeref ve itibarını el'an muhafaza ediyordu. Oğluna fikrini kabul ettirmek için şu ağır delili ileri sürdü: "Red cevabının Krala hakaret telakki edileceğini hiç düşünmedin mi?"

9 Ağustos günü Conan Doyle Buckingham sarayına kabul edilmiş, asalet pâyesini almış ve Survey alayı Teğmen adayı rütbesiyle taltif edilmişti. Annesi sevincinden ne yapacağını bilmiyordu. Kendisine gelince, Teğmen adayı üniformasının pek pahalıya malolduğunu ve kendisini bir âlim maymuna benzeteceğini söylüyordu.

Sherlock Holmes'in Dirilmesi

Sir Arthur 43 yaşında halkın en çok beğendiği muharrir ve memleketinin en meşhur adamı idi. Fakat bu şöhret kendi şahsından ziyade Sherlock Holmes'a ait gibiydi. Kendi yarattığı o hârikulade adamı şimdi âdeta kıskanıyor, hayali her yerde arkasından geliyor, hatta önünde yürüyordu. Bu hal onu epey üzdü. Gazeteler, iş adamları, dostları ve hatta kendi aile efradı bile ona hep Mr. Holmes diye hitap ediyordu. Şöhretinin hakikaten kendisine ait olduğundan artık emin değildi. Bu ruh hâleti içinde Reichenbach inişinde ölen kahramanını yeniden diriltmesi için Amerika'dan 500 dolar teklif ettikleri vakit, pek fazla tereddüt etmedi. Madem ki okuyucuları kendisinden Sherlock Holmes'tan başka kimseyi istemiyorlardı, pekâlâ o da okuyucularının istediğini yazacaktı. Fakat yazılarına pek yüksek ücretler istemek suretiyle onlardan bir nevi intikam alacaktı. Ve madem ki herkesin nazarında Sherlock Holmes bizzat kendisi idi, bu umumi kabulü ne diye istismar etmeyecekti? Bu düşüncesini herkesten önce annesine açtı. Ma'an sevinçten çılgına döndü. "Çabuk", diyordu. Fakat Sir Arthur şu mukabelede bulundu: "Bir parça vakte ihtiyacım var. On yıldır, yalnız başıma ve onsuz yaşadım. Ona yeni baştan alışmam lazım..."

Aradan üç ay geçmeden yeni Sherlock Holmes serisinin ilk maceraları Amerika'da yayınlandı. Birinci hikâyenin başlığı bu idi: "Boş Evin Macerası" Meğer öldü zannedilen Sherlock Holmes sağmış. Ortadan kayboluşu sadece bir hile imiş ve bunu dostu Watson'a söylemeyi ihmal edişi, sadece bir nezaketsizlik eseri imiş.

Hikâyenin Londra'da satışa çıkarılması tarif edilmez sevinç sahnelerine sebep olmuştu. Halk kitapçılar önünde birbirine girmişti. Kalabalık halk yığınları meşhur polis hafiyesinin şerefine türküler söyleyerek gece alayları tertip ettiler. Amerika'da Conan Doyle'un tâbirleri, efsanevi teklife muharririn verdiği cevabın metnini gazetelere bildirdiler. Verdiğiğ cevap bir ziyaret kartının üzerine yazılmış şu dört harften ibaretti: O.K. C.D. (Yani: Kabul manasına gelen harflerle, isminin baş iki harfi)

Hayalden Hakikate

Conan Doyle gençliğinde hususi hâtıra defterine şu kelimeleri yazmıştı: "Hareket muhayyileden üstündür."

Şimdi postanın getirdiği açık bir zarf, günlük hayata yeniden karışmasına sebep oluyordu. Zarfın içi bir cinayet hadisesine ait gazete küpürleriyle dolu idi. Bunu gönderen de cinayeti işlemiş olmakla suçlandırılan ve sonra da mahkum edilen adamdı. Muharriri imdadına çağırıyordu.

Mektubun hakikat kokan ifadesi Sir Arthur'u harekete geçirdi ve hadiseyi ele almayı kararlaştırdı. Şimdi ilk defa olarak romanlarında halka malettiği araştırma metotlarını gerçek hayata tatbik etmek fırsatına kavuşuyordu.

Birmingham dolaylarında hem çiftçi, hem madenci Great Whyrley köyü killi çayır ve tarlaları uzak mesafelere kadar maden köpüklerini serpiyor. Fırtınalı bir gece. Sabah işine giden bir madenci, ocağa yakın bir tarlada bir kan deryası içinde bir eşek leşini buluyor. Son altı ay içinde boğazlanmış olarak bulunan hayvanların sekizincisi. Aynı felaket köydeki atlara, ineklere ve koyunlara musallat olmuştu. Polis araştırmaları hiçbir netice vermiyor. Karakola birbiri üstüne imzasız mektuplar yağıyor. Her seferinde başka bir suçludan bahseden bu mektuplar denizaşırı uzak yerlerden gelen bir canavara ait esrarengiz imâlarla dolu.

Mektup sahibi bazan kendini fail olarak gösteriyor, bazan da suç ortaklarından birinin eşkalini tarif ediyordu: "Kartal gibi gözleri, ustura gibi sivri kulakları var. Bir tilki kadar kurnaz ve sessizdir. Kurbanlarına dört ayağı üzerinde sürünerek yaklaşır. Geçen kasım ayında küçük kızlara da saldırmıştı. Önümüzdeki Marttan evvel, daha yirmi kız çocuğu, hayvanların uğradığı âkıbete uğrayacak..."

Polis müfettişi Kambel leşin ortaya çıkmasından sonra bu işe kesin olarak bir son vermeye azmetmişti. Hâdise mahallinin 500 metre ötesinde, otuz yıldan beri buranın ruhani reisliğini yapan muhterem Edalgi'nin evi vardı. Bu zat aslen bir İranlı idi. Bir İngiliz kadını ile evlenmiş, üç çocuğu olmuştu. Polis müfettişinin bütün şüpheleri bunun en büyük oğlu George Edalgi'nin üzerinde toplanıyordu.

Polis müfettişi, sonradan Conan Doyle'un tetkik ederek esassız olduklarını ispat ettiği bir takım delillere (Sanığın elbise dolabında bulunan çamur, elbiselerindeki koyu leke izleri, vs.) dayanarak George Edalgi'yi tevkif etti. Halk onu az daha linç edecekti. Birmingham'da mahkeme işleri takipçiliğini yapan bu çok miyop, çok esmer benizli, çukur gözlü ve kıvrık saçlı adam, o âna kadar çok temiz bir şöhrete sahipti.

Sherlock İş Başında

Birmingham'da yargılanan Edalgi yedi sene hapse mahkum oldu. Karardan sonra davanın yeniden görülmesini isteyen 10,000 kişi İçişleri Bakanlığı'na bir dilekçe ile başvurdu. Nafile. Fakat aradan iki yıl geçince Edalgi ani olarak serbest bırakıldı, amma adliyenin nezareti altında kalmak şartıyla. Sir Arthur'a mektubu işte bu sırada yazmıştı.

Conan Doyle, tam sekiz ay hâdiseyi büyük bir dikkatle inceledi. Bütün masrafları cebinden ödedi ve nihayet esrarı çözmeye muvaffak oldu. Edalgi'nin kendisi ile ilk defa olarak 1907 Ocağında karşılaştı. Bunu şöyle anlatır: "Daha ilk bakışta bu adamın herhangi bir cinayeti asla işleyemeyeceğine tam kanaat hasıl etmiştim. Randevuya gecikmiştim. Onu gazete okuyarak beni bekler buldum. Sahifeyi çok yakından ve biraz da çarpık tutuyordu. Astimatik miyopluğa müptelâ olup olmadığını sordum. Ne diye gözlük takmadığını da merak ettim. İki göz doktoruna muayene edildiğini, ve her ikisinin de gözlerine cam bulmanın mümkün olmadığını söylediklerini anlattı."

Edalgi gündüzleri yarı kördü. Geceleyin de ancak başkalarının yardımı ile yürüyebiliyordu. Conan Doyle, Daily Telegraph gazetesinde bu cinayete dair çıkan ilk yazısında Edalgi'nin alyehindeki suç delillerini altüst etmişti. Great Whyrley köyünün iç hayatını ve mazisini inceden inceye araştırırken, köy ağalarından birinin oğlu olarak bir denizciyi yakaladı ve cinayeti bunun işlediğini bütün delilleriyle meydana çıkardı. Hatta davanın yeniden görülmesini de sağladı.

Tiyatro Muharrirliği Fiyaskosu

Sherlock Holmes parlak bir başarı elde etmişti. Bundan sonra şöhreti ayyuka çıktı. Fakat iç sıkıntısından bir türlü kurtulamıyordu. Bu sefer de kendini tiyatro sevdasına kaptırdı. Bir piyesini sahneye çıkarmayı kararlaştırdı ve "The House of Temperley" adlı bir eserini, bütün tiyatro direktörlerinin tavsiyelerine rağmen oynattı da...

Piyes İngiltere'nin 1812 panaroması nevinden bir şeydi. Açık sahada bir boks döğüşü cereyan ediyordu. Başka bir özelliği de hiçbir kadın rolünün bulunmamasıydı. Piyese kimse sermaye yatırmak istemedi. Elliye yakın aktörle yedi çeşit dekor masraflarını cebinden ödedi. İlk temsil Adelphie tiyatrosunda verildi. İlk günlerde birkaç meraklı toplandı. Fakat direktörlerin dediği çıktı. Temsil kâr bırakmadı, masraflarını bile çıkaramadı. Bilhassa sahnede erkekten başka bir şey görmeyen kadınlar, kocalarına refakat etmeyi reddettiler. Piyes dördüncü haftanın sonunda afişlerden kaldırıldı.

Halk Conan Doyle'u bir kere daha mağlup etmişti. Bir gazeteciye kendisi şöyle diyordu: "Tiyatroyu terkediyorum, fakat gücüme gittiği için değil, bilakis çok hoşuma gittiği için..." Ve şunu da ilave ediyordu: "Polis muammalarından daha ciddi bir işe sarıldım mı, halk bana hemen sırtını çevirir ve beni yüzüstü bırakır!.."

Sherlock'a Son Dönüş

Ve böylece bir kere daha Sherlock Holmes'a döndü. Fakat kahramanına duyduğu kin gittikçe büyüyordu. Kafasının içi karmakarışıktı. Avunmak için kendini sanata verdi, bir çok seyahatler yaptı, Kanada'ya ve bir kere daha Amerika'ya gitti. New York onu çılgınca alkışladı. Gazeteler sütunlar dolusu yazılar yazıyor, seçim programlarında ileri sürdüğü noktaları ele alarak onu bir feminizm düşmanı diye gösteriyordu.

Dönüşte 53 yaşında idi. Hâlâ dev cüssesini muhafaza ediyordu, siyah pala bıyıkları da yerinde idi; fakat saçları şakaklarına doğru ağarmıştı. Hâlâ vücudunun olağanüstü kuvvetiyle dostlarını hayran bırakabiliyor, büyük ağırlıklar kaldırıyor, golf sahasını tıkanmadan koşuyor, aşıyordu. Fakat hayatının dönüm noktasına geldiğini artık iyice sezmeye başlamıştı. Sherlock Holmes işine artık kat'i bir son verecekti. Son kitabında müellif ile kahramanı arasındaki gerçek münasebetleri gelecek nesillere şöylece anlatmaya kalkıştı:

"Ben bütün ömrüm boyunca asla kokain çekmedim, bir defacık olsun tabanca kullanmadım, purolarımın külünü kömür kovasına silkmedim, ve musikiden de asla bir şey anlamadım. (Arada sırada tıngırdattığım bançodan maada) Buna karşılık çalışırken ben de eski bir oda entarisi takardım. Eski Dublin pipolarına bayılırdım, bu da bunların benim zamanımda ancak bir peniye satıldıklarından başka bir sebepten değil. Polis romanlarını da okurdum, vesikalar toplardım, yazı masamın üzerinde devamlı olarak kocaman bir pertavsız bulundurduğum doğrudur, ve çekmecemde bir tabanca..."

Bütün bu sathi benzetişler ve ayrılıklar kimseyi aldatamaz. İngiltere'de olduğu gibi, dünyanın her tarafında da Sir Arthur'la kendi yarattığı kahramanı arasında bundan çok daha derin bağların mevcut olduğunu bilmeyen yok gibidir. Fakat bu bağların çoğu gizli kalmış; şuuraltının karanlıklarına gömülmüştür. Müellif kahramanından neler aldığını veya ona neler verdiğini kesin olarak anlamaya ve anlatmaya asla muvaffak olamamıştır.

Son Macera, Son Hayal

Birinci Dünya Harbi patlak verdiği sıralarda Conan Doyle artık kat'i olarak Sherlock Holmes'tan ayrılmış ve kurtulmuştu. Zaten bunun başına getirdiği aile faciasından sonra büsbütün soğumuştu.

1919'da yaşı altmışı bulmuştu. Tabileri ondan yazı istemeye hâlâ devam ediyorlardı. İsteseydi yazı ömrünü daha on yıl uzatabilirdi. Fakat hayatının arta kalan bu son on yılı içinde, hem körü körüne, öyle bir işe atıldı ki, para kazanmak şöyle dursun, bilâkis bütün servetini tüketti ve iflâs etti.

Kendini spiritüalizme verdi ve bütün servetini bunu dünyaya yaymak uğrunda harcamayı göze aldı. Bu maksatta, annesinin ve ailesinin ikazlarına kulak asmadan, seyahatlere çıktı. Karısı ve üç çocuğu ile birlikte 80,000 kilometreden fazla yol aldı. Yer yer konferanslar verdi, sayısız mitinglerde söz aldı. Hareketin peygamberi rolünü oynadı. Fikirlerin olaylara karşı üstünlüğünü müdafaa yolunda epey nefes tüketti. Dünyanın en çok mektup alan adamı olmuştu. Fakat en ufak bir hikâyeden binlerce lira kazanmak imkânına malikken, hikâyecilliği yüzüstü bıraktı ve kimsenin satın almayacağı spiritüalist kitaplar yazarak bunların baskı masraflarına avuç dolusu paralar yatırdı. Adli, cinayet araştırmalarının tek mütehassısı ve asrın en tanınmış romancısı, âdeta Gandhi veya Rabindranath Tagore'in bir İngiliz benzerine dönüşmüştü. Bu hayal onun tam 250,000 sterlingini yuttu. Sir Arthur kendisine yakıştıramadığı kitaplardan kazandığı paraları, büyük bir fikir uğrunda harcamayı sanki kendi isteğiyle tasarlamış, ve bunu gerçekleştirmeye azmetmişti.

Bir gün üç oğlu ile birlikte bir vâaz yerinden bir başka vâaz yerine trenle giderken, büyük oğlu bir kadını göstererek "Ne çirkin, değil mi?" dedi. Ak saçlı adam hiddetle ayağa kalktı ve oğlunu tokatlayarak vakur bir sesle şöyle bağırdı: "Bir kadının hiçbir zaman çirkin olmadığını ve olamayacağını kafana sok!"

Yolcular donakaldılar. Bu onun son hiddeti idi. İsteseydi hayatının son yıllarını eşsiz bir refah içinde geçirebilirdi. Fakat elindeki muazzam servetini ve arta kalan ömrünü, kendi zamanı okuyucularının hiç te hoşlanmadıkları bir takım mücerret fikirler uğrunda yok etmeyi her nedense tercih etti.

Ölmeden evvel bu işe böyle bir son vermeyi sanki ezelden kararlaştırmış gibiydi.

Kategori: Makaleler
Etiketler:
İngiltere
Arthur Conan Doyle
John Dickson Carr
Carter Dickson
Yorumlar


April 17, 2010 12:12

Rekin Bey ile 70li yıllarda Ramazan Bey'in Arkın Kitabevinde ansiklopedi çevirileri yaparken tanışmış, karakterine ve bilgisine hayran kalmıştım. Rekin Teksoy geniş kültürü (sinema, edebiyat, eğitim, vs.) ve üretken kişiliğiyle ülkenin en büyük aydınlarından biridir, ama mütevazi kişiliği sebebiyle halk bunu bilememiştir. Ben bile onun polisiye edebiyatına katkısı olduğunu şimdi öğreniyorum.
Conan Doyle'un hayatını ve Sherlock Holmes'in doğuşunun arka planını en yetkin ve güvenilir şekilde anlatabilecek kişi JD Carr idi. Carr bu konuda çok emek verdi, hatta Doyle'un oğluyla bir de roman yazdı. Yani, Conan Doyle'u en iyi yazabilecek kişi. Şurada alıntılanan kısmı bile heyecan verici: Spritüalizmle harcanan bir ömür... Bir yazarın yarattığı kahramanı kıskanıp ondan nefret ediyor olması kolay raslanacak bir vaka değil.
Hepimiz Rekin Bey'in bu dokümanın önemini daha o yıllarda kavramış ve akıcı bir çeviriyle dilimize kazandırmış olmasına gecikmiş bir teşekkür borçluyuz.
Bu belgeyi foruma kazandıran Oğuz'a ve Raşit Çavaş'a teşekkürler. Çeviri dilini aynen korumuş olmanızı da takdirle karşılıyorum.
Not: Bu çeviride Brigadye Gerard'ın adı da geçiyor.Hayıflanmamak elde değil. Conan Doyle'un Holmes'ten sonra yarattığı en eğlenceli bu karakterin maceralarını dilimize çevirecek kimse çıkmadı mı?


Yorum yaz
mode_edit

İLGİLİ YAZARLAR

Nopic Nopic Nopic