Bu forumda Connelly üzerine nasıl hararetli tartışma ve yorumlar yapılmış olabileceğini tahmin ediyorum. Ama, Connelly'nin son çıkan 9 Dragons kitabı dışında, tüm kitaplarını okumuş biri olarak, kişisel düşüncelerimi yazarsam, umarım çokbilmişlik sayılmaz. Eksik veya yanlış bıraktığım noktaları forumcuların düzelteceğini veya ekleme yapacaklarını ümit ediyorum.
Michael Connelly bugün tartışmasız tüm dünyada polisiye romanın en büyük ismi. Hiçbir zaman düşmeyen bir tempoyla, gerçeğe yakın karakterlerle ve inanılabilir kurgularıyla bunu hakediyor.
Peki ama nedir bu başarının sırrı? Bence dönüp dolanıp Raymond Chandler'in meşhur denemesinde belirttiği noktaya geliyoruz. Chandler o denemede özetle, klasik mantık problemi gibi yazanların (Christie, JD Car, E. Queen, vs.) klişe ve karton karakterlerden öteye geçemediklerini, buna karşılık kanlı canlı karakterleri sokağın diliyle yazanların da (Hammett, Ross MacDonald, vs.) karmaşık kurgular tasarlayacak zamanları olmadığını yazıyordu.
İşte Connelly ve diğer aktüel başarılı yazarlar (T. Gerritsen, H. Coben, R. Crais, R. Hill, vs.) bu açmazı çözdükleri için başarılı oluyorlar. Hem karmaşık bir kurgu, hem kanlı canlı karakterler (H. Bosch, Jane Rizzoli, Elvis Cole, Andy Dalziel, vs.) ve hem de karmaşık kurguları inandırıcı hale getirebiliyorlar.
Ama bunun bir bedeli var: Connelly ve diğerleri bunu, oyunun kurallarını birazcık çiğneyerek yapabiliyorlar. Altın Çağ yazarları tüm ipuçlarını yeterince önceden okuyucuya gösteriyorlardı, kurallar bunu gerektiriyordu. Hatta, kitabın sonlarında durup okuyucuya meydan okuyabiliyorlardı.: "Ey okur, şu anda tüm ipuçları senin elinde. Katilin kim olduğunu tahmin edebiliyor musun? Edemiyorsan, okumaya devam et."
Connelly'nin romanları dikkatle okunursa, son sayfalara kadar birkaç katil adayı aynı ağırlıkta gidiyorlar. Ama sonra, çok kritik bir ipucuyla birlikte final sahnesi oynanıyor. Bu teknik çok ustaca kullanıldığı için okuyucu farketmiyor. Oyunbozanlık etmemek için örnekler vermek istemiyorum.
Bu, bence kötü bir şey değil. Okuyucu öylesine sürükleyici bir hikaye okuyor ki ipuçlarının ne zaman verildiğini düşünecek halde değil. Yani, halinden memnun. Bence de önemli olan bu. Belki de polisiye romanın vardığı doğal sentez bu olmalıydı. Chandler bu çözümü herhalde kabul ederdi.
Connelly üzerine birkaç noktaya daha değinerek bitireyim:
1. Yazar Connelly gerçek hayatta LA polisi tarafından seviliyor.Çünkü, dikkat edilirse, polis gücü içindeki kötüler hep polis şefleri. Bosch'un çalışma arkadaşları küçük zayıflıklarına rağmen, kabul edilebilir insanlar.
2. Connelly'nin alter egosu (ruh ikizi) aslında Harry Bosch değil, Jack McEvoy. Gazetecilik tecrübesini onun ağzından daha kolay aktarabiliyor. Michael Haller'in durumunu çıkartamadım, herhalde mahkeme muhabirliği tecrübesini yansıtmak için oluşturdu.
3. Kötü bir huyu var: Her kitabında daha önceki kitapların konularına değiniyor ve istemeden ipuçları veriyor. Yani, sırayla okumak gerekiyor.
4. Tempoyu hiç düşürmüyor, geçişler mükemmel, okuyucuyu önce yanlış yönde hazırlıyor ve sonra şaşırtıyor. En tipik örneği Şair. Başlangıçta sanki hiçbir ipucu yok gibi. Ama, ufacık bir rutin araştırmadan koskoca bir düğüme ulaşabiliyor.
5. Yanlış Numara’nın durumu tuhaf. Tüm romanları belli bir düzeyi tuttururken, bu kitap berbat.
6. Kadın karakterler hep olumlu (E. Wish, Kiz Ryder, R. Walling, etc.). Hata yapsalar dahi soylu bir düşüşleri var.
7. Elbette Şair en karakteristik kitabı. Ama benim gönlümde yer eden diğer bir kitabı Karanlık Ay. Romanın kahramanı kadın ve diger katil karakter, her ikisi alışılmadık düzeyde orijinal karakterler. Her zaman usta tezgahları olan Connelly bu kitapta duygusal olabileceğini de gösteriyor. İnsanın içini sızlatan sahneler var.
Kategori: Bekir Karaoğlu YazılarıGeçenlerde yabancı bir blog, "en favori detektifiniz?" diye bir anket yaptı; birkaç hafta eden ve çiftli turnuva şeklinde yapılan oylamada Bosch, karşısına çıkan her rakibini büyük oy farkıyla eledi. Ne Nero Wolfe, ne Sherlock Holmes, ne Sam Spade, ne de Marlowe tutunabildiler karşısında; biraz şaşırtıcıydı. Michael Connelly bu işi iyi biliyor; okuyucunun nabzını tutmayı, son anlarda şaşırtmaca üstü şaşırtmaca vererek yanıltmayı iyi beceriyor. Ama tıpkı Lawrence Block'un Scudder'ı gibi bir süre sonra Bosch'un -dolayısıyla Connelly'nin- nereden vuracağını kestirebiliyorsunuz, Betondaki Sarışın'ın katil seçimi çarpıcıydı, Unutulan Sesler'e gelindiğinde ise beklenilendi, çünkü Bosch serisinde neredeyse hep aynı şeyle karşılaştık. Bu şeyin ne olduğunu yazmayacağım ben de, henüz yazardan okumayanları düşünerek.
Connelly, gerçekten de polis departmanı ile sıkı ilişkiler içerisinde. Polis muhabirliği geçmişi romanlarında kendini gösteriyor, Crime Beat adlı kitabında bu dönemi anlatıyor. Yine bir polis muhabiri olan Jack McEvoy -ve tespitiniz çok doğru, tamamiyle yazarın alter egosu- benim de en sevdiğim karakter, sanırım yazarın da. Bu en çok The Scarecrow'da fark ediliyor.