Yazan: A. Ömer Türkeş
- January 29, 2012 18:01
Kategori:
A. Ömer Türkeş Yazıları
Yazan: Erol Üyepazarcı
- November 19, 2011 14:09
Kategori:
Erol Üyepazarcı Yazıları
kitap ankara'yı bilen birinin her mekanı ve her benzetmeyi goz onunde canlandırmasını sağlayabiliyor. ama dil konusu bana daha da ilginç geldi, bu dupeduz benim etrafımda duymaya alışkın olduğum bir dil, bu nedenle daha da çok hoşuma gitti. şuna da eklemem lazım ki, bir kitap okurken bu kadar gulduğumu hatırlamıyorum, paul auster'ın köşeye kıstırmak adlı ilk romanını hatırlattı bana, ama guldurme kısmı dışında bu kitapla ortak yanı yok. genel olarak kitabı beğendim, karakterler de oldukça gerçekçi, ama "oldukça", çunku bazı şeyleri anlamakta zorlandım.
oncelikle behzat ç. karakteri (neden ç., kafka'ya gonderme mi?), romanda bir donuşum yaşıyor (romanda zaten allahın emridir donuşum, yazar okuyanlara bi çıkış yolu gosterir yaşanan gundelik hayattan), ama bu donuşumu tam olarak neden yaşıyor belli değil. evet, yılların birikimi sonucu artık patlıyor, bu noktaya kadar dolmuş denilebilir ama tam olarak oyle değil. ben bu adamı tam olarak anlayamadım, milliyet okuyor, gençlerbirliği taraftarı (bi faşist için olmayacak bi iş gibi geldi, bu takım oyuncularının falan solculuğuyla unlu, futbolla alaksı olmayan bir suru tanıdığım bu adamla için futbol maçına gidiyordu, daha da otesi takımın oyuncuları odtu'ye falan soyleşiye gelmişti, ben de dumur olmuştum, ama kitabın editoru tanıl bora, e malum onayladığına gore doğru da olabilir boyle bir durum), işkenceden bahsedilince uzuluyor, ama kendisi de işkenceci, dayak yiyenleri gorduğunde ya arkasını donmeyi secmiş, ya da uzaktan seyretmiş. tabii bu noktada ikilemlerin adamı denebilir, ama bence bu yeterince açık seçik değil. yazar, daha once kurguyla dilin ayrılmaz olduğunu savunuyordu, bence kitabın en iyi yonlerinden bu, genel olarak kitapta bu duşuncesini pratiğe de dokmuş, ama behzat karakterinde bazı yerlerde kurgu bu nedenle aksıyor, ve bence yazar da bunun farkında.
çunku yazar bazı yerlerde, kurguyu okuyucunun oluşturmasına izin vermeyi bırakıp okuyucuya mudahale ediyor. mesela, bir yazarın "işte hayatı bu kadar sıkıcıydı" dememesi gerekir. bunu karakterin içine girip, onu okuyucuya yansıtarak okuyucunun zaten oyle gormesini sağlar. edebiyat, direkt soylememeyi gerektirir, boylece okuyucunun hayal gucu desteklenir ve hikayenin çine daha çok cekilir. ama dediğim gibi bu çok az yerde aksıyan bi durum, ve hatta kitabın geneli içinde kaybolup gozden kaçıyor ve ozelikle kitabın polisiye olarak kurgusu iyi olduğu için çok da onemsiz bir hale geliyor.
kitaptaki karakterler gayet gerçekçi, ama bazı ucuncu sayfa haberleri bu kadar olmalımıydı ayrı bir soru. belki polslerin gunlerini nelerle gecirdiklerini gostermesi açısından gerekliydi emin değilim. ama madem karakterleri bize daha yakın gostermek ve onlar hakkında biraz daha bişeyler oğrenmemizi sağlamak için veriliyor bu olaylar, keşke biraz daha içine girilseymiş. kitabın bi bolumunda verilmeye başlanıp, hemen akabinde sona eriyor olaylar, belki de kitabın geneline yayılmalıydı.
sonuç: ben kitabı, ozellikle kitabın dilini çok beğendim, eleştirilerim kitaba duyduğum sempatiyi golgelemiyor. polisiye açıdan kurgu da iyi (tahmin edilemez bişey olduğunu duşunmuyorum, kızı konusunda da. ozellikle sonlara doğru, behzat surekli kızının sozlerini hatırlamaktayken, okuyucu beklemeye başlıyor kızın ne yapacağını, ve betul'un mektubunu okuduğundaki aşırı reaksiyonunu duşunursek ve behzat'la barışmasının nedenini de anlayamıyorken ve de hatta şule bizi uyarmışken beklememek mumkun değil. cinayet konusunda ise, katilin neden en baştan sıkıştırılmadığı ayrı bir muamma. ) ayrıca benim sorulması gereken sorular diye dusunduğum şeyleri sormak, bu kadar tecrubeli polislerin aklına en sonlarda geldi. yani mesela, bu kız zengin bi aşiret kızı, neden yurtta kalmış ki?
bir şey daha ekleyeyim, polis onunde cozulmesi gereken ve cozulmemesi gereken bu kadar dosya beklerken, gayet intihar gibi gorunen bu olayın ustune neden bu kadar gidiyor? elbette teorik olarak polisin her ihtimali değerlendirmesi gerekir ama malum turkiye'de yaşıyoruz. "behzat'ın o yaşta kızı var" veya adam dolma noktasına gelmiş bana yeterli bir açıklama gibi gelmiyor.
en nihayetide, sevindim boyle bir kitap olduğu için, çok bildik çok tanıdık, çok sevimli ve sıcak. gozumun onunde canlandırmak çok keyifliydi.
hamiş: kufur konusunda bişeyler soylemek isterim. kufur dilin parçasıdır, bazen derdinizi anlatamadığınızda, bazen anlatmaktan bıktığınızda bezen de karşınızda derdinizi anlatacak birini bulamadığınızda kullanırsınız, ustelik dilin zenginliğidir. bizim ulkede, kufur doğru yerde ve guzel edildiğinde alkışlanır, can yucel'in meşhur cevapları hala fıkra gibi ağızdan ağıza dolaşır. adam guzel kufretmiştir çunku. kitapta oyle yakası açılmadık kufur diye tabir edilebilecek kufurler yok, gundelik hayatta her yerde duyamaya alışkın olduğumuz ve kitapta da karakterler kullandığında şaşırmadığımız, yerinde bulduğumuz kufurler bunlar. ben çoğu yerede guldum, o nedenle kitabın bu açıdan pek de eleştirilmeyi haketmediğini duşunuyorum.
Doğrusu ya Serbes’in Behzat Ç.sini okuduktan sonra dizideki Erdal Beşikçioğlunu hiç bu role yakıştıramamıştım. Çünkü benim görüşüme göre romandaki Behzat Ç.m ne öyle asi serseri imajlı, ne de böyle koydu mu oturtan, amirlerine rest çeken bir tipleme değil, bayağı bildiğin kavruk bir Anadolu insanı, memur sınıfı içinde alt bir tür olarak adlandırabileceğimiz “ angara memuru” bir adamdı. O yüzden diziye ısınmam bayağı zaman aldı. Romana gelince, roman buram buram Angara konan, Angara’ya özgü o karayı (ki iletişim yayınları romanı bir An-kara polisiyesi olarak lanse etmişti) iliklerinizde hissedeceğiniz, yerli ama asla milli olmayan, polisiye edebiyat tarihimizde önemli bir yere sahip bir eserdir.