Fıstık Ezmeli ve Turşulu Sandviç
İki dilim ekmeğin üzerine bolca fıstık ezmesi sürün. Salatalık turşularını bu karamel çamurunun üstüne, büyük yeşil benekler şeklinde yerleştirin. Diğer dilimleri kapatıp, çaprazlamasına kesin. Bıçağınızı yalayarak temizleyin ve sandviçi bir kağıt peçeteye koyun. Böylece bulaşık çıkarmamış olursunuz.
Fıstık ezmeli ve turşulu bu muhteşem sandviçin yanında bir kadeh Chardonnay veya bir kutu Diet-Cola için, afiyet olsun.
Adım Kinsey Millhone. Çok sandviç yerim ve bunların başında da fıstık ezmeli ve turşulu ile peynirli turşulu gelir. California eyaletinde ruhsatlı özel detektifim. Santa Teresa'da küçük bir bürom var ve doğduğumdan beri, otuz yedi yıldır orada yaşarım, iki kere evlenip boşandım, kimi zaman sinirli olduğumu itiraf ederim ama aslında iyi huyluyumdur.
Lise mezunuyum, polis akademisini bitirdim ve başkasının yanında çalışma yeteneğinden yoksunum, bu da inatçılığımla birleşince özel detektifliği iyi beceririm. Faturalarımı zamanında öderim, çoğunlukla yasalara saygılıyımdır ve başkalarının da öyle olmasını isterim.
Küçük ve çevresi kapalı mekânlar için özel bir zaafım vardır pek de saklanamayan ana rahmine dönüş özlemi. Annemle babamın ölümlerinden sonra hiç evlenmemiş teyzemin yanına gittiğimde, kendime içine battaniyeler ve yastıklar doldurduğum ve altmış mumluk bir abajurla aydınlanan bir karton kutuda küçük bir dünya yaratmıştım. Yediklerim konusunda çok titizdim. Kendime peynirli ve turşulu ya da Kraft zeytinli ve peynirli sandviçler yapar, ekmek dilimlerini dört uzun parçaya bölüp bir tabağa dizerdim. Her şeyi kendim yapardım ve hepsinin belirli bir biçimde yapılması gerekirdi. Teyzem bana hiç karışmazdı. O sonbaharda okula başladım...
Teyzem bana tabanca kullanmasını sekiz yaşımdayken öğretmişti. Hiç evlenmemişti ve çocuğu olmamıştı. Kadın karakterinin oluşumu hakkındaki garip fikirlerini benim üzerimde denemişti. Tabancayla ateş etmenin bana güvenliğe ve isabete değer vermeyi öğreteceğine inanırdı. Aynı zamanda iyi bir el-göz koordinasyonu geliştirmemde yardımcı olacaktı ki, bunun çok yararlı olduğuna inanırdı. Ayrıntıları görebilmek ve sabırlı olmak için bana örgü örmesini öğretmişti. Sıkıcı olduğu ve beni sadece şişmanlatacağı için yemek yapmasını öğretmemişti.
Her şeyin başında gelen Birinci Kural mali bağımsızlıktı. Bir kadın bir başkasına, özellikle de bir erkeğe asla bağımlı olmamalıydı. Çünkü bağımlı olduğu an tacize uğrayabilirdi. Mali bakımdan bağımlı insanlar mutlaka kötü davranış görürlerdi ve bundan kurtulma yolları yoktu. Bir kadının her zaman bir kurtuluş yolu olmalıydı. Teyzem her kadının paraya çevrilebilir beceriler geliştirmesinden yanaydı ve bunların karşılığında ne kadar çok para alabilirse o kadar iyiydi. Sonuçtaki amacı kendi kendine yeterliliği taşımayan bir kadın uğraşı gözardı edilebilirdi. "Erkeğini Nasıl Elde Edeceksin" onun listesinde olmayan bir şeydi.
Ben ortaokuldayken Ev Ekonomisi dersinden "Ev belası" olarak söz ederdi ve kötü not aldığımda sevinirdi. Erkeklerin Ev Ekonomisi, kızların Oto Teknisyenliği ve Marangozluk dersleri almasının çok daha mantıklı olacağını söylerdi. Teyzem bana yemek yapma konusunda hiçbir şey öğretmemişti ama hazır kek karışımları kullanmanın bayalığı hakkında uyarılarını da hiç eksik etmiş değildi.
En çok sevdiğim sandviçlerin başında gelen fıstık ezmeli ve turşuluyu annem öğretmişti. Uzun yıllar sonra çok isteyerek olmasa da tekrar görüşmeye başladığım kuzenlerimden biriyle konuşurken şöyle demişti:
"Elbette. Hatırlamıyor musun? Dördünüz -Gin Teyze, annenle baban ve sen- Burt ve Grand kırk ikinci evlilik yıldönümleri için yolculuğa çıktıklarında gelmiştiniz. Aslında kırkıncı yıldönümleri olacaktı ama hazırlıkları iki yıl sürmüştü. Bütün kuzenler oyun oynadık ve sen kaydıraktan düşüp dizinden yaralanmıştın. Ben yedi yaşımda olduğuma göre sen dört yaşında falan olmalıydın. Belki biraz daha büyük ama okula gitmediğini hatırlıyorum. Senin hatırlamıyor olmana inanamam. Rita Teyze bize fıstık ezmeli ve turşulu sandviç yemesini öğretmişti. O gün bugündür o sandviçlere bayılırım. Bir iki ay sonra yine gelecektiniz. Burt ile Grand döndüklerinde."
"Ama bizimkiler gelemediler." Tanrım, fıstık ezmeli ve turşulu sandviçler bile artık benim değil diye düşünmüştüm.
Kimi zaman o kadar sinirli olurum ki, gündüzün yemek yemeyi unuturum, sonra geceleri yemek yemediğimi hatırlayınca, aç olmasam bile kalkıp aç kurt gibi ne bulursam yutarım.
Bir gün buzdolabında fazla bir şey olmadığından aslında başka bir yemeğe sos olarak katmak için aldığım kuşkonmaz çorbasını açmıştım. Acemi aşçıların böyle yaptıklarını duymuştum. Domuz pirzolası üzerine kereviz çorbası boca et ve 350 derecede bir saat pişir. Aynı süre ve derecede köfte üzerine mantar çorbası. Tavuğun göğüs eti ve yarım fincan pirinç üzerine tavuk kreması çorbası. Doğrusu seçenekler sonsuzdur ve en iyi yanı da bunu bir kere konuğunuza yedirdiniz mi bir daha kendisini görmeyeceğinizdir. Bu saydıklarım dışında yumurta haşlarım ve gayet güzel ton balığı salatası yaparım ama hepsi o kadar işte. Buğday ekmeği üzerine katı yumurta dilimleriyle mayonez yemeye de bayılırım. Ama aslında bence yemek yapmanın tek nedeni başka bir şey düşünürken ellerinizi meşgul etmektir.
Dün fıstık ezmesi kavanozunun dibi görünüyordu Bir bıçak alıp kavanozun kenarlarını kazıdım, odanın içinde dolaşırken bıçağı yalamaya koyuldum. "Çok acınacak haldesin" diye söylendim ama aslında umurumda bile değildi. Tatlı olarak da vişne tadında öksürük şekeri attım ağzıma.
Neyse ki çevremdeki erkeklerin çoğu iyi ahçıdır. Bunların başında evsahibim Henry gelir. Seksen sekiz yaşındaki evsahibim Henry Pitts eski bir fırıncıydı ama şimdi müthiş derecede güç bulmacalar hazırlar ve onları önce benim üzerimde denemekten zevk alırdı. Aynı zamanda iri somunlar yapar ve bunları eski bir Shaker beşiği içinde odamın önüne bırakırdı. Henry ekmeklerini ve diğer hamur işlerini yakınlardaki bir lokantaya yemek karşılığı yapardı ve son günlerde kupon kesmekte epey ustalaşmıştı. İyi bir günündeyse elli dolarlık bakkaliye malzemesini 6,98 dolara almakla övünürdü. Bu alışveriş düşkünlüğü her nasılsa ona bir sürü külotlu çorap sağlardı ki, onları da bana verirdi. Henry Pitts'e yarı yarıya âşık olduğum söylenebilirdi.
Geçen Cumartesi Henry arka bahçede, indirimli satışlardan aldığı yuvarlak piknik masasının başında otururken, fıstık ezmeli ve turşulu sandviçimi alıp yanına gittim. “Bir parça ister misin?” diye sordum. “Teşekkürler, öğle yemeğimi yedim” dedi. Sandviçimi yerken ordan burdan, özellikle benim duygusal yaşamımdaki gelişmelerden konuştuk. Yumuşak fıstık ezmesinin dokusu, ekmek ve salatalık turşususunun kıtırlığı ile çetin bir tezat oluşturuyordu. Çapraz kesim, dikey kesime göre içindekileri daha çok gösteriyordu ve tuzluluk oranı ekşilik ile aynıydı. Bu neredeyse elbiselerinizi çıkarmadan seks yapmakla eşit düzeyde yer alıyordu.
Alçak bir sesle inledim, neredeyse keyiften kendimden geçecektim. Henry bana baktı. “Şundan bir lokma ver.” Ortadaki tombul bölümü uzattım ama yandan da parmaklarımı öyle bir tuttum ki, fazla koparamasın.
Bir süre çiğnedikten sonra, “Çok garip, ama kötü değil.” dedi. Zaten ne zaman değişik bir şeyler yemeyi denese hep aynısını söylerdi.
Halbuki Dietz ameliyatından sonra bende kalırken hiç de anlayışlı davranmamıştı. Açlıktan ölmek üzereymiş gibi buzdolabının kapısını açmış bakınırken söylenmişti.
“Nasıl yiyecek hiçbir şeyin olmaz? Ben yokken yemek yemiyor musun?”
Savunmaya çekilerek, “Yiyecek var ya.” diye yanıtlamıştım.
“Bir kavanoz salatalık turşusu.”
“Sandviç yapabilirim. Dondurucuda ekmek ve rafta yarım kavanoz fıstık ezmesi var.”
Sanki sümüklüböcek lapası önermişim gibi bir bakış fırlattı ki bana görecektiniz.
Aynı şekilde artık emekliye ayrılmış Teğmen Dolan ve yine emekli polis memuru arkadaşı Stacey’e en yakındaki markete gidip sandviç malzemesi almaya gönüllü olduğumu söylediğimde, beni bir dövmedikleri kalmıştı.
Halbuki Jonas öyle miydi? Ya Cheney?
Kafeterya saat onda kapanmıştı ama sandviç, yoğurt, taze meyve, dondurma, sıcak ve soğuk içeceklerin bulunduğu otomatlar vardı. Cheney iki kutu Pepsi, iki jambonlu peynirli sandviç ve iki parça vişneli pasta aldı. Bir köşedeki bölmelerden birinde boş bir masaya oturdum. Cheney yiyecekleri, kamışları, peçeteleri, plastik çatal bıçağı ve tuz, biber, mayonez ve salça paketlerini yüklediği tepsiyi getirdi. "Aç olduğunu umarım" diyerek hepsini kâğıt peçetelerin üstüne yerleştirdi.
"Az önce yemiş gibiyim ama neden olmasın?" dedim. "Böyle bir fırsat kaçırılmaz."
"Bir şölen bu" diye gülümsedim. Parmağımı kaldıramayacak kadar yorgundum. O paketleri açıp sandviçleri çıkarırken bir çocuk gibi izliyordum.
"Bunları iğrenç bir hale getirmeliyiz" dedi.
"Neden?"
"O zaman ne kadar yavan olduklarını farketmeyiz." Plastik paketleri dişleriyle yırtıp parlak kırmızı ve sarı sıvıları etin üzerine sıktı. Üstüne de tuz biber ve mayonez
Ah, bir de az sayıdaki arkadaşlarımdan biri olan Vera var, hani şu her çıktığı erkeği bana yamamaya çalışan Vera.
Cuma günü işten sonra buluşmaya karar verdiğimizde çok sevinmiştim.
"Teşekkür ederim. Sonra da yemek yeriz. Ben ısmarlarım."
"Ben peynirli sandviç yemek istemiyorum." demesin mi bana!
Yemek ve ben konusunda atlamamam gereken biri varsa, o da Rosie’dir, aslında ilk söz etmem gereken kişi o iken sona kaldı nedense.
Rosie bizim mahallede bir lokanta işleten altmış yaşlarında, kısa boylu, iri göğüslü, boyalı kızıl saçlı bir kadındır. Tam bir otokrattır -sözünü sakınmaz, herkese üstünlük taslar ve yabancılara kuşkuyla bakar. Canı istediği zaman mükemmel yemekler pişirir, ama genelde herhangi bir öğünde ne yiyeceğinize kendisi karar vermek ister. Koruyucudur, kimi zaman eli-açıktır, genelde sinir bozucudur. En iyi arkadaşınızın kafadan kontak ninesi gibi huzuru sağlamak için katlanmak zorunda kaldığınız bir insandır. Lokantası benden yalnızca yarım blok ötede ve gösterişsiz olduğu için giderim. Rosie lokantasına gelmemin kendisine bana tahakküm etme hakkı verdiğini hisseder ki, genelde bu da doğrudur.
McDonalds, Rosie’nin en büyük rakibidir. Özellikle acelem varsa. Zamanında yemek yemekte epey güçlük çekerim doğrusu. Aç olmam gerektiği saatte ya aç değilimdir ya da acıktığım zaman durup yiyeceğim bir yerde değilimdir. Bu kilo kontrolünü mümkün kılıyorsa da, sağlığım için hiç iyi değil. Evet, bunca sandviçten sonra beni şişkonun teki sandığınıza bahse girerim. Halbuki bir müşterim beni Twiggy’e benzetmişti.
Fakat sağlığım ve mesleğim için yaptığım en iyi şey koşmaktır. Yaz-kış, sabahın erken saatlerinde kalkıp birkaç kilometre koşmaya çalışırım. Özelikle bu alışkanlığım A’da hayatımı kurtardıktan sonra sabah koşularım benim için vazgeçilmez oldu.
Yalnız aramızda kalsın, bana öyle geliyor ki, Sue benden bıkmış gibi. Her yeni maceramda beni biraz daha pasifleştiriyor, sanırım Zero’nun Z’sine kadar gün sayıyor. Artık maceralarımın en büyük gerilim unsurunu, muamma ve aksiyondan çok annemin ailesi ile olan ilişkimiz oluşturuyor. Mesela U’da olaylarla başa çıkış şeklimi ben bile beğenmedim ama ne yaparsın, patron o.
Sahi geçenlerde duydum ki Türk okurlarım M, N, O, P ve Q maceralarımın çevrilmesini beklerlermiş hâlâ, bir de bana ve sandviçlerime tuhaf derler, hah!
*Kinsey alıntılarının büyük çoğunluğu Sue Grafton'un Oğlak/ Maceraperest Kitaplar'dan çıkan Alfabe Serisi ve çevirmen Mehmet Harmancı’ya ait olup diğerleri ise henüz dilimize çevrilmeyen Kinsey kitaplarından derlenmiştir.
Kategori: Polisiye ve YemekAklıma Maigret'nin sorgu aralarında getirttiği sandviç ve biralar geldi bak şimdi. Okurken benim de canım çeker, kitaba ara verir bir sandviç hazırlardım ben de. Tülay bu arada elin değmişken Paola Brunetti'nin tariflerinden de isteriz :)
Bunu yedin mi yahu? Öğğ...
Sılacım, Paola'nın tarifleri beni aşar, onlar tam senlik. Mesela Guido bir öğle yemeği için eve geldiğinde karısı karidesli risotto pişiriyordur. Arkasından da Madame Maigret'nin coq au vin'ini patlatırsın? :)
Bu arada, fıstık ezmeli ve turşulu sandviçin profesyonel çekimleri bittiğinde, "Bir deneyelim bakalım, neymiş bu Kinsey'in olayı?" dedik. Süper bir şeymiş, senelerdir yapmadığıma yandım.
Bence de denemelisin purple. Hem bak, içine bir de muz ilavesiyle birlikte Elvis'in en sevdiği sandviçlerin başında geliyormuş. Kral yanılmış olamaz ya ;)