Kitap çok hoş. Kitabın kahramanı da oldukça inandırıcı, yaşayan bir polis dedektifi. Okumanız şiddetle tavsiye ediyorum!
1990’ların başında Letonya'daki siyasi duruma değinen bir polisiye bu. Normal bir polisiye olarak başlayıp siyasi polisiye tarzına kayıyor ve Letonya’daki derin devlete kadar geliyor. Baltık Ülkeleri yakın tarihi hakkında bir şeyler öğrenmek mümkün. Ayrıca Kuzey ülkeleri atmosferi de okuyana değişik bir soluk oluyor.
Wallander karakterini çok sevdim. Duygusal ve yaşam yorgunluğu taşıyan bir adam. Olayın çözümüne pek bir katkısı olmuyor gerçi, ama bilakis, ben Wallander’in hikayenin içinde bulunduğu bu konumdan hoşlandım. Her şeyi araştıran ve çözüme bağlayan jön prömiye karakterlerden yorulduysanız, Wallander'ı sevebilirsiniz.
Fakat itiraf etmeliyim ki, kitabı okurken hikayeye girmekte biraz zorlandım. Bunun iki sebebi olduğunu sanıyorum: a) Birinci çeviri, ikinci çeviri, bozuk Türkçe derken Mankell'in şahsi yazım tarzından geriye hiçbir şey kalmamış. b) Ama bu durumdan Mankell'i de tamamen soyutlayamıyorum. Kitapta mükerrer kısımlar var. Dedektif Wallander, kitabın pek çok yerinde olayı düşünüp çözümlemeler yapmaya çalışıyor. Bu düşüncelerin kendisini tekrarlaması bir yana, bunlar zaten okuyucunun hikaye içinde şahit olduğu ve bildiği şeyler.
Ayrıca hikayenin polisiye kurgusunda da takıldığım birkaç nokta da oldu doğrusu.
Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim: Yapısal bozukluklar taşıyan cümlelerin bir kitapta bu kadar kronikleştiğine az rastlanır gerçekten. Altın Kitaplar'da bu kitaptan sorumlu kim varsa, çevirmen, editör, redaktör, hepsini kınamak istiyorum.
Sjöwall ve Wahlöö'nün meşhur Martin Beck serisini anımsatan bir roman. Sanıyorum buna "police procedural" deniyor. Poirot'ların, Arsen Lüpen'lerin dünyasından çok daha gerçekçi; hakikaten olabilecek bir soruşturmanın, epey gerçekçi bir şekilde aktarılması... Riga'da da kukla karakter yok, o yüzden en azından bir artı puanı hakediyor.
Ben Riga'nın atmosferini, kahramanını, tarzını beğendim.
7/10
Şimdiye kadar okuduğum en sıkıcı kitaplardan birisi. Olayların çözümünde Wallander'in bir rolü yok olaylar kendiliğinden çözülüyor.Kitap çok sakin ilerliyor ve tekrarlar yüzünden bir süre sonra zor okunuyor.Okuduğum ilk Henning Mankell kitabıydı. Riga'nın Köpekleri de serinin ikinci kitabı yazarın Wwallander karakterini diğer kitaplarda biraz daha geliştirmiş olmasını umuyorum.Bu kitabın üzerimde bıraktığı olamsuz etki geçsin ilerde Wallander serisinden bir kitap daha okumayı düşünüyorum.
Okuduğum en sıkıcı polisiye romandı.Karakter sanki daha dün dedektif olmuş gibi hareket eden sürekli aynı soruları tekrarlayan zayıf bir yapıdaydı.Olaylar bir botun içinde iki cesedin bulunmasıyla başlıyo ama daha sonra bağlantısız olaylara doğru sürükleniyo Wallander.Sürüklenme kelimesini gerçek anlamıyla kullanıyorum.Çünkü kendi hüneriyle yaptığı pek bişey yok,olaylar kendiliğinden gelişiyo o da ne yapsam acaba diye düşünüyo.Yazarın başka kitaplarını okumadım ama Mankell okumak isteyenler kesinlikle başka bir kitabıyla başlamalılar
Okuduğum ilk kuzey polisiyesiydi Riga'nın Köpekleri, en hoşuma giden yanı abartıdan uzak oluşuydu, Wallander karakteri o kadar realist bir biçimde oluştulmuş ki. Kitabın durağanlığı aksiyon eksikliğinden kaynaklanmıyor, ülkelerin ve insanların atmosferiyle ilgili sanırım. Soğuk savaş dönemini de çok iyi anlatmış, eğer aksiyonsuz polisye sevmem diyorsanız tavsiye etmem kitabı.
Kitap kolay okunuyor ama kurgunun sürükleyiciliği ile ilgili olarak aynı fikirde değilim. Olmaz olmaz olaylar çıkıyor karşınıza, Wallender karakteri çok zayıf. Sürekli bir başkası tarafından, dedektifin zekiliğinin vurgulanması da hoşuma gitmedi. Bırakalım ona okuyucu karar versin değil mi? Neden, ne gerek vardı, bu kadarı da olmaz dedirten çok soru var. Tezatlar silsilesi karşınızda.
Yazarın ve Wallander'in ilk kitabındaki hayal kırıklığından sonra bir umut ikinci kitabına başladım fakat hüsran giderek büyüdü. Polisiye bir kitapta olması gereken en azından benim beklediğim hiçbir şey yok. Hikaye, kurgu, heyecan, sürükleyicilik, merak, hiçbir şey. Kitap kendi içinde tutarsızlıklarla dolu. Wallanderim çözdüğü pek bir şey de yok zaten. Riga'nın Köpekleri vasata bile çıkamıyor maalesef.
sıradan ve hiç bir etkileyici tarafı bulunmayan işe yaramz bir kitap.yazarın okumuş olduğum tek kitabı beni hayal kırıklığına uğrattı
Okuduğum Mankell'ler arasında en sürükleyici kitabın bu olduğunu söyleyebilirim sanıyorum.Ama öykünün o denli sağlam olduğunu söylemek kolay değil.Binbaşı Liepa'nın sadece botta öldürülmüş olan gangsterlere bakarak ülkesinindeki polis örgütünün içerisinde yuvalanmış çeteyi açığa çıkartan bir rapor kaleme alması ne denli mantıklı?
Ben kitabı da,dedektif Kurt Wallender'i de sevdim.Zevkler ve renkler tartışılmaz.Ama fikirlerimizi bildiririz.
Klasik bir polisiye tarzında yazılmamış.Kahramanı öyle üstün yetenekleri olan biri değil.Kendini küçük gören,bunu her fırsatta belirten birisi.Sürekli mesleğinden ayrılmak istediğini söylüyor.Karısı kendini terk etmiş.Kızı ayrı bir yerde okulda okuduğundan yanında değil.Huzurevinde bir babası var,sürekli aynı resmi yapıyor.Yalnız bir adam.Fazla bir hobisi yok,içine kapanık bir adam.
Kitabın olay örgüsü de fena değil.Biraz casus romanlarına benzer yerleri var.,uluslararası komplolara da,siyasete de yer veriyor yazar.