Yazan: Tülay Güneş Kılıç
- April 04, 2020 19:31
Kategori:
Suç Edebiyatının Divaları
İlginç bir kitap, ilginç diyolaglar ve çok iyi bir kurgu, kahramanımız gibi uzaklaşmak istedim okurken o vagondan, atmosfer o kadar canlı ve gerçekti ki.
Alfred Hitchcock tarafından sinemaya uyarlanırken kitaba pek sadık kalınmadığını da duydum bir yerlerden ama filmi izlemediğim için ne kadar doğru bilemiyorum, çeviri, kurgu, hepsi çok güzeldi, mutlaka okunmalı.
TRENDEKİ YABANCILAR
Patricia Highsmith
Genç ve başarılı mimar Guy,çıktığı bir tren seyahatinde tanıştığı Bruno ile aralarında geçen konuşmayı hiç ciddiye almamış ve unutmuştur bile,ayrı yaşadığı ve ayrılmak üzere olduğu eşi Miriam bir cinayete kurban gidene dek.Bruno,takip eden günlerde Guy’a, gerek yazdığı mektuplar ve gerekse ettiği telefonlar ile trende yaptıklar anlaşmanın kendisine yüklediği yükümlülüğü yerine getirdiğini belirtmekte ve sıranın Guy’da olduğunu hatırlatmaktadır.
Mükemmel bir cinayet romanı.Cinayet ve takip eden günlerdeki iç hesaplaşma,suçluluk duygusu ve elden kaçırılan yaşamlar üzerine bir anlatı.Bence mutlaka okuyun.
kitapta okuyucunun canını sıkabilecek ve anlatımı etkileyen detaylar olsa da kitap genelde çok iyi bir roman. guy haines, kendinden başka kimseyi aslında sevmeyen ve açıkça sosyopat olan bruno'nun aksine oldukça içten pazarlıklı ve başarının peşinde koşan, dışarıdan ideal görünüme ve yaşantıya sahip bir genç. aslında bir anlamda fight club'daki alteregoyla çatışma durumuna benzetilebilir guy ve bruno arasındaki çatışma. bruno sosyopat ama yaptığı herşeyin (bencilliğin son sınırlarındaki ama bir yandan da acınası davranışları da dahil)arkasında durabiliyor ve aslında tembel, sorumsuz ve ihtiraslı olmasına rağmen son derece akıllı. öte yandan guy, yine bruno gibi olmak istediği yere varmaya çalışan, ama öte yandan kendini toplumun ona öğrettiklerinden kurtaramayan biri. zaten kitabın sonunda olanlar da guy'ın vicdan sahibi olmasıyla değil ancak zayıflığıyla ve yaptıklarını bruno gibi temellendirebilecek derin bir zekaya ve herşeyi açıkça kabullenebilme yetisine sahip olmamasıyla açıklanabilir. bruno aleni sosyopatlığına ve kitabın kötü karakteri olmasına rağmen guy'dan çok daha fazla acınmayı ve sempatiyi hakeden bir karakter. çapraz cinayetten sonra guy ellerini bu pislikten temizlemeye ve yakasını kurtarmaya çalışırken (guy için bişeyi gözönünden çekmek ve olmamış gibi yapmak, hayatına devam etmesini sağlayabilecek şeydir çünkü) bruno yaptıklarını olduğu gibi kabul eder ve bununla yaşayabilir. zaten bruno hayatının hiçbir noktasında -mış gibi yapmaz, gerçekten yapar tyler durden misali ve arkasında da durur. ama toplumun gözünde kötü olan asla guy değildir (ilk cinayet işlendiğinde içten içe duyduğu o rahatlama ve sonrasında yaptıklarına rağmen, kendi varlığıyla toplumu rahatsız etme cesaretini gösteren bruno'dur. aslında bruno, arkadaşlığa duyduğu özlemle ve yalnızlığıyla, sevilmediğini hisssetiğinde gösterdiği küstahlığıyla (beni kırdınız ben de sizi kırarım), annesine gösterdiği hastalıklı ilgisiyle,nefret uyandırmaz sadece üzücüdür.
hitchcock da çektiği filmde toplumsal önyargıları daha da destekler (özellikle filmin sonunda kitabı tamamen değiştirerek, ki bu sayede biz bambaşka bir guy karakterine sahip oluruz), bruno salt kçtü, guy salt iyi karakter haline gelir. aslında film kendi başına harika bir film ama kitapla kıyaslama yapıldığında kitabın çok daha cesur ve derin olduğu kesin. yönetmen konuyu almış ama bunu klasik bir hitchcock filmine çevirmiş, bu nedenle filmi bir uyarlama olarak izlememek lazım.
Bazen okurken sıkılsamda yine de beğendim kitabı. Birbirini tanımayan çok farklı yaşamları ve kişilikleri olan iki insanın işleyeceği kusursuz cinayet planı ve cinayetten sonra yaşananların anlatıldığı romanın kurgusu çok başarılı. Tavsiye ederim okuyun.
Mutlaka okunacaklar listesinden bir kalem daha sildik çok şükür. Suç ve Ceza'nın Amerikan versiyonu dersek abartmayız. Ayrıca suç edebiyatı tarihinin gelmiş geçmiş en iyi kurgu fikirlerinden!
Kurguyu biliyorsunuz:
SPOILER
Bruno ve Haines trende karşılaşır ve sohbet ederler. Bruno babasından nefret etmektedir, Haines de karısından kurtulsa fena olmayacak durumdadır. Bruno mükemmel bir fikir üretir (ki bu fikir, aynı zamanda mükemmel de bir kurgu fikridir - tüm suç edebiyatı ve film camiaları yıllarca ekmeğini yediler bu fikrin). Bruno ve Haines birbirlerinin 'sorun'larını öldürecekler ve böylece cinayet sırasında farklı yerlerde farklı insanlarla olduklarını kanıtlayarak şüpheden uzak kalacaklardır. Haines bu fanteziye fazla prim vermeden hayatına devam eder. Fakat Bruno bu sözlü sohbeti anlaşma kabul eder ve gerçekten Haines'in karısını öldürür. Haines yeni hayatına polis soruşturması bulaştırmamak adına, Bruno'nun katil olduğunu anladığı halde hiçbir şey söylemez. Bundan sonra Bruno'nun psikolojik işkenceleri başlar. Bu psikolojik yıpratma başarılı olur ve Haines sonunda gerçekten Bruno'nun babasını öldürür. Kurgu burada tamamlanıyor. Sonrası, tamamen Suç ve Ceza. Aynı Raskolnikov gibi Haines de vicdan azabı içinde kıvranır. Bruno da daha iyi durumda değildir, iyice alkole boğulmuştur. Niketim kitabın sonunda gerçekten boğulacaktır. Haines o kadar sarsılmış ve yıpranmıştır ki, sonunda her şeyi itiraf eder.
SPOILER BİTTİ
Bu hikayede bir dedektifimiz de var. Fakat dedektifin rolü katilleri yakalamayı kapsamıyor. Aslında dedektif olayı çözüyor fakat sonuca kendiliğinden gelişen bir itirafla varıyoruz.
Mükemmel yazılmış bir roman. Highsmith vicdan azabını kusursuz resmediyor - Dostoyevski'den aşağı kalır yanı yok vallahi. 1950'lerin Amerikasında güney eyaletlerin yaşam tarzının çok gerçekci ve güzel bir tasviri. Adeta film izliyormuşum gibi.
Hitchcock'un bunu okur okumaz filme dönüştürmeye karar vermesine şaşmamak gerek. E şimdi filmi izlemek de farz oldu!