Bu yazı daha önce 221B Dergi Mart-Nisan 2017 tarihli Sayı 8'de yayınlanmıştır.
Bir oda düşünün, kapısı ve pencereleri içerden sürgüyle kilitli. Bu odada bir adam kalbine hançer saplanmış olarak yatıyor. İçerde başka kimse yok.
İşte size okkalı bir muamma. Katil nerede? Bu cinayeti işleyip nasıl odadan dışarı kaçabildi? Bunun doğaüstü olmayan makul bir açıklaması olabilir mi?
Evet. Detektif romanının Altın Çağı olarak bilinen dönemde pekçok yazar bu zor sorunun altından kalkabildiler. Buldukları birbirinden farklı çözümlerle okurlarının ağzını açık bıraktılar. İşte size birkaç örnek:
• Issız bir adaya davet edilen on kişi. Dışardan bir müdahale olmadan, birer birer öldürülmeye başlıyor. Sonunda adada canlı kimse kalmıyor, sadece yazılı bir itiraf mektubu. (On Küçük Zenci, Agatha Christie)
• Deniz kıyısındaki bir kayanın üzerinde boğazı kesilmiş bir adamın cesedi duruyor. Kaya çevresindeki kumsalda hiçbir ayak izi yok. Oraya 100 metre yakındaki bir sandaldaki balıkçı, kayaya kimsenin yaklaşmadığına yemin ediyor. (Have His Carcase, Dorothy L. Sayers)
• Karlı bir sokakta yürüyen adam tabancayla vuruluyor. Silah yakın mesafeden ateşlenmiş, ama sokağın iki ucu gözlem altında ve karda başka hiçbir ayak izi yok. (Üç Tabut, John Dickson Carr)
• Genç adam ve müstakbel kayınpederi odada sohbet ederlerken genç adam uyku ilacı etkisiyle kendinden geçiyor. Yirmi dakika sonra kendine geldiğinde kayınpederini kalbine saplanmış bir okla ölü buluyor. İçerde başka kimse yok, kapı ve pencereler içerden kilitli. (İğne Deliği, John Dickson Carr)
• Bir adam herkesin gözlediği kapalı bir odadan kayboluyor ve daha sonra dışarda bir bahçede asılı bulunuyor. (Yarımay Mucizesi, G.K. Chesterton)
• Profesör Van Dusen sıkı gözetim altındaki bir hapisane hücresinden kaçabileceğine dair bahse giriyor. Üzerinde sadece günlük elbisesiyle girdiği hücreden kimsenin ruhu duymadan çıkabiliyor. (The Problem of Cell 13, Jacques Futrelle)
Bunun gibi pekçok güzel örnek günümüze kadar zevkle okunageldiler. Eleştirmen ve yazar Martin Edwards diyor ki: “Kapalı oda hikayeleri yapay olabilirler, ama nedense bu onların çekiciliğini etkilemiyor.” Gerçekten de, bu hikayelerde karakterlerin canlılığı, aksiyon ve çatışma sahnelerinin var olup olmadığı önemli değildir. Bu yüzden günümüzde artık pek yazılmıyor. (Şimdilerde detektifimizin aile problemleri, meslekdaşları ve amirleri arasındaki sürtüşmeleri rağbette.)
Yazar Paul Doherty şöyle diyor: “Kapalı oda hikayelerinin zorluğu şurada ki fazla yapay ve ipe sapa gelmez mekanizmalara bağlı olurlarsa okuyucunun sabrını ve güvenini kaybederler.”
Burası önemli: Hikayede dürüst oyun (ingilizlerin fair play) kuralı geçerli olmalıdır: Yani, ipuçları önceden okuyucuya verilmiş olmalı, doğaüstü güçler veya kimsenin bilmediği zehir türleri kullanılmamalı, ... vs.
İşte size birkaç kötü, gülünç veya ipe sapa gelmez örnek:
• G.K. Chesterton’un Peder Brown hikayelerinin birinde (hangisi olduğunu söylemeyeyim) kapalı bir odadaki kişi kapı açıldığında ortadan kaybolmuştur. Kapının bulunduğu koridoru gözleyen tanıklar kimsenin önlerinden geçmediğine yemin billah ediyorlar. Sonradan anlaşılıyor ki tanıkların önünden postacı kılığında biri geçmiş ama onlar postacıyı adamdan saymadıkları için bahsetmemişler. Bu, dürüst oyun değil.
• Başka bir örnekte, katil bir cücedir, kapalı odaya bir şapka kutusu içinde getirilmiştir ve hala içerde durmaktadır.
• Odanın tavanındaki vantilatör çıkarılmış ve oradaki delikten içeri armadillo denilen kemirgen bir hayvan top şeklinde içeri sokulmuştur.
• Katil evi gözetleyen bekçinin önünden at taklidi yaparak geçmiştir.
• Katil önce kurbanını suda boğmuş ve sonra o suyu içmiştir.
• Colin Watson’un bir romanında böcek şekli verilmiş bir metal parçası erkek tuvaletinde pisuarın seramik duvarına iliştirilmiş ve bin volt elektriğe bağlanmıştır. Colin’e göre insan psikolojisi böyle bir durumda mutlaka o yabancı maddeye nişan almayı heveslendirir ve .... vzzzzt! hadi güle güle!
O halde, imkansız görünen bir cinayetin sonunda ancak okuyucuyu şaşkın edecek güzellikte bir çözüm varsa hikaye başarılı olabiliyor. Okuyucu “İpuçları bana verilmişti ama ben bunu hiç düşünemedim,” diye takdir edebilmeli. Bu bakış açısında, hikaye, yazar ile okuyucu arasında bir zeka kapışması olarak görülebilir.
İşte Altın Çağ yazarları bu dengeyi koruyabildikleri için hala zevkle okunabiliyorlar.
Bu hikaye türü 1841 de Edgar Allan Poe’nin yazdığı Morg Sokağı Cinayeti ile başlıyor. Poe’nin kahramanı Auguste Dupin adında amatör bir detektif. Paris’te bir evde işlenen kanlı cinayetleri polis çözmekten aciz kalınca, Dupin cinayet mahallindeki ipuçlarından yola çıkarak, tamamen muhakeme yoluyla olayı aydınlatıyor. Hikayenin sonunda okuyucu (ve 150 küsur sene sonra bizler) yazara şapka çıkarıyoruz.
Daha sonra Şerlok Holmes geliyor. O da birçok hikayesiyle kapalı oda türünü yüceltiyor.
Bu alanda kilometre taşı sayılan önemli eserler, yayınlandıkları tarih itibarıyla şöyle sıralanabilir:
1841 Edgar Allan Poe, Morg Sokağı Cinayeti
1892 Conan Doyle, Benekli Kordon (The Adventure of Speckled Band)
1905 Jacques Futrelle, 13 Numaralı Hücre (Problem of Cell 13)
1905 Edgar Wallace, Adaletin Dört Gözcüsü (Four Just Men)
1907 Gaston Leroux, Sarı Odanın Esrarı (Le Mystere de la Chambre Jaune)
1910 Chesterton, Peder Brown hikayeleri
1927 S.S. Van Dine, Kanarya Cinayeti (Canary Murder Case)
Ve sonra... bu türün üstadı sayılan John Dickson Carr çıkageliyor. Carr hakkında ne söylense azdır, başlı başına bir yazı konusu olabilir. Burada onun en önemli özelliğini belirtelim: Carr kapalı oda problemlerine canlı diyaloglar ve ağır bir atmosfer katabiliyordu. Gotik şatolar, doğaüstü izlenimi veren ruh halleri, kaderin başrol oynadığı dramatik anlar, vs. böylece sürükleyici bir üslupla yazıyordu.
John Dickson Carr kapalı odanın şahikası sayılan ve eskimeden bugün dahi zevkle okunan güzellikte pekçok roman yazdı: Üç Tabut (Three Coffins), İğne Deliği (Judas Window), Kırık Menteşe (The Crooked Hinge), Viran Kule (He Who Whispers) vs.
Aynı dönemde Amerikalı önemli bir yazar da Carr’ın rakibi olarak zirveye çıktı. Ellery Queen aynı yüksek düzeyi sürdüren romanlar yazdı: Çin Portakalı (Chinese Orange Mystery), Kral Öldü (The King is Dead), vs.
Büyük üstad John Dickson Carr Üç Tabut romanının 17. bölümünde, olabilecek tüm durumları 7 gruba ayırıyor:
Kaza: Adam fenalık geçirip düşmüş ve kafasını çarpıp ölmüş olabilir. Ama, şartlar onu cinayetmiş gibi gösterebiliyor. Ve bu yüzden içerde katil veya suç aleti yok.
İntihar: İçerde kendine kıyan kişi böylece başka birinin suçlanmasını amaçlamıştır. Adam ölmeden önce kavga edilmiş gibi mobilyaları hırpalar ve suç aletini yok eder.
Uzaktan kumanda: Cinayet kapı veya pencereden içeri zehirli gaz verilerek işlenmiş olabilir. Adam can havliyle çırpınırken mobilyalara çarpıp durmuş ve böylece içerde bir kavga olduğu izlenimi vermiştir.
Mekanik tuzak: Katil odaya mekanik bir tuzak koyup oradan ayrılmış olabilir. Tuzak işlevini yaptıktan sonra normal bir eşyaymış gibi görünebilir.
Zaman şaşırtması: Kurban içerde ölmüştür fakat kapıyı gözleyenler onu hayatta zannederler. Katil böylece dışarı rahatça çıkıp, daha sonra kurbanın kimliğine bürünüp geri gelir. İçeri girdikten sonra çabucak üstündekileri atıp kapıdan asıl kimliğiyle hemen çıkar. Böylece, onu öldürecek zamanı olmadığı izlenimi verir.
Tersine zaman şaşırtması: Bu 5. maddenin tersi. Cinayet işlenmiş zannedilmektedir ama aslında katil kurbanını odada bayıltıp veya etkisiz hale getirip çıkmıştır. Daha sonra, içerden ses gelmediğini gören diğer şahitler kapıyı kırıp içeri girerken onlarla beraber girer. Diğerlerinin dikkatini başka yere çekip cinayeti o arada işler. Böylece kurbanın daha önceden öldüğü zannedilir.
Dışardan cinayet: Katil cinayeti dışardan işler ama odadaki adamı içerden birinin öldürdüğü izlenimi verir. Mesela, buzdan yapılmış bir mermi atar, mercekle güneş ışığını odaklayıp bir mekanizmayı harete geçirir, vs.
Günümüzde artık kapalı oda romanı yazan pek kalmadı, çünkü ustalar en olası durumları gergef gibi işlediler. Buna rağmen, Fransa’da Paul Halter (4. Kapı, 7. Mühür), Japonya’da Soji Shimada (Tokyo Zodiak Cinayetleri) hala orijinal örnekler verebiliyorlar.
1981 yılında yazar Ed Hoch devrin en meşhur yazarları arasında bir anket yapıp, tüm zamanların en iyi kapalı oda romanlarının bir listesini yaptı. Bu listenin ilk 10 kitabı şöyle oluştu:
1) John Dickson Carr – Üç Tabut
2) Hake Talbot – Rim of the Pit (Türkçesi yok)
3) Gaston Leroux - Sarı Odanın Esrarı (Le Mystere de la Chambre Jaune)
4) John Dickson Carr – Kırık Menteşe (The Crooked Hinge)
5) Carter Dickson – İğne Deliği (The Judas Window)
6) Israel Zangwill – The Big Bow Mystery (Türkçesi yok)
7) Clayton Rawson – Death From a Top Hat (Türkçesi yok)
8) Ellery Queen – Çin Portakalı (The Chinese Orange Mystery)
9) Anthony Boucher – Nine Times Nine (Türkçesi yok)
10) Carter Dickson – On Çay Fincanı (The Peacock Feather Murders)
Bitirken, bana göre en güzel 10 kapalı oda hikayesinin listesini vereyim:
1) On Küçük Zenci (And Then There Were None), Agatha Christie
2) Viran Kule (He Who Whispers), John Dickson Carr
3) Düşman Dostlar (The Case of the Constant Suicides), John Dickson Carr
4) Kral Öldü (The King is Dead), Ellery Queen
5) Kanarya (The Canary Murder Case), S.S. Van Dine
6) 13 Numaralı Hücre (The Problem of Cell 13), Jacques Futrelle
7) Tokyo Zodiak Cinayetleri, Soji Shimada
8) Yukarı Kattaki Çığlık (The Case for Three Detectives), Leo Bruce
9) Gözlerine İnanma! (The Red Right Hand), Joel Townsley Rogers
10) Çalınan Romney (Stolen Romney), Edgar Wallace
Dergide yayınlandığında da zevkle okumuştum. Çok güzel bir makale olmuş. Harikasınız