Dergide yayınlandığında da zevkle okumuştum. Çok güzel bir makale olmuş. Harikasınız
Clayton Rawson adına araştırmalarım sırasında çok rastlayınca, tüm hikayelerini içeren bir kitabını almıştım. Fakat nedense okumaya bir türlü fırsat olmadı, şimdi senin yazınla kendini anımsattı. Sevgili Emrah, Beyaz Perdede Siyah Gölgeler yazıların çok ilginç ve eğitici, kenarda köşede kalmış ne çok hazine var, bunları ortaya çıkarmak da bizlere düşüyor. Seriye devam etmen dileğimle
Teşekkürler Hocam. Aslında bu yazı çok daha kapsamlı ve uzun idi ama dergide çıkacağı için kırpmak zorunda kaldım. Fakat ne yazık ki ilk halini bulamadım, devamını getiririm diye düşünmüştüm zamanında. Haklısınız bahsedilmesi gereken o kadar çok karakter var ki, hatta Diva yazarlardan sonra Diva karakterler ile devam ederim diye de planlıyordum. Heyhat yoğun iş temposu, zaman darlığı daha fazla yazmamı engelledi, yani Maj Sjöwall'i bile işleyemedim. Şimdi burada, Surinam'da Corona virüsü yüzünden gece sokağa çıkma yasağı konuldu, dolasıyla işyeri de kapandı bir süre. Fırsat bu fırsat, eski yazılarımı siteye koyuyorum. Kafamı toparlarsam yeni bir şeyler yazmak isterim, bahsettiğiniz karakterlerden çok hakim olmadıklarım var, Rebecka Martinsson gibi. Okuyacak çok kitap, izlenecek çok dizi var.
Altın çağa kadar bu kadar çok kadın amatör detektif olduğunu bilmiyordum. Miss Marple’ı önceleri inandırıcı bulmuyordum, ama daha sonra İngiliz yaşlı kadınlarını yakından tanıma fırsatım oldu, karakter ve duruşlarına saygı duydum. Mrs Bradley de çok inandırıcı, kurguları sağlam romanları var.
PD James’e kadar çok güzel getirmişsiniz. Artık daha sonraki kadın detektifleri yazmaya mecbursunuz: Kinsey Millhone, Rizzoli, Claire de Witt, Lisbeth Salander, Rebecka Martinsson, …
Teşekkürler.
2019 Kristal Kelepçe Yılın Polisiye Romanı yarışması aday kitaplarından biri.
Necati Göksel'in dili harika. Uzun zamandır bu kadar beğendiğim bir kurgu okumamıştım. Evet hikayenin kahramanı Ayaz, eski bir polis komiseri. Ama artık hiçbir bakımdan bir polis değil. Haliyle öyküsü de bir polisin örnek ve klişe hikayesi olmaktan çok uzak. Sürprizler ve şaşırtmacalarla dolu, heyecanla okunan bir kurgu. Yabandomuzu, kol saati gibi bazı imgeler aklınızda yer edecek.
2019 yılı Kristal Kelepçe ödülünü Yaprak Öz kazandı ama bu kitap da en beğenilen ilk beş arasındaydı. (Bu arada öykünün geçtiği yerin ismi Akbük. Didim'in bir beldesidir. Çok iyi tanıdığım yerlerdir. Kitapta ismi geçmiyor, bu da benim size kıyağım olsun.)
'White-trash' genç bekar anne LuAnn Tyler, milli piyango talihlisi olma teklifi alıyor. Kendisi farkında değil ama kabul etmemek gibi bir şansı da yok. İkramiyeyi kazandıktan 10 yıl sonra memlekete geri dönmeye kalkınca işler karışıyor.
Karısı öldürülmüş eski FBI ajanı, yakışıklı iyi adam klişesi ve devleti işin içine katmayan suya sabuna dokunmayan kurgusu olmasa fena bir macera değildi. Akıcı yazılmış. Tek-adam kimyager kötü karakteri fazla çizgiroman vari buldum.
Bu kitabı storytel'den dinledim, Frances Cassidy seslendirmiş. Mükemmel Georgia güney eyaleti aksanı yapıyor. Keyifle dinledim.
Operadaki Hayalet, Drakula, Jeykll and Hyde vs gibi gotik klasiklerin neredeyse hepsinin tam metin versiyonlarını okudum. Zorlanarak okuduğum ilk gotik klasik budur.
Haddimi aşacağım ama Mary Shelley'in bazı yerleri gereksiz uzattığı kanısındayım. Walton'ın kız kardeşine mektupları çıksa hikaye ne kadar eksilir, epeyce sorguladım. Viktor'un hezeyanları fazla betimlemeli, ağdalı bir dille yazılmış ve kendini tekrarlıyor.
Hikayenin en can alıcı noktası olan canlandırma kısmının ne kadar kısa ve yüzeysel olduğuna şaşırdım. Zaman içinde uyarlamalar bu kısmı çok iyi beslemişler. Ne parçaların birleştirilmesine ne de elektriğe dair detaylı bir izahat yok.
Ortaya çıkan yaratık, uyarlamaların aksine gayet zeki ve entellektüel.
Ayrıca yine uyarlamaların en can alıcı noktası haline gelen, Viktor'un Elizabeth'in ölümüne tahammül edemeyerek onu canlandırmaya çalışması da orijinal hikayenin bir parçası değil.
Andrew Lloyd Webber Operadaki Hayalet'in mükemmel bir öykü fikri olduğunu, fakat Gaston Leroux'nun bu öyküyü yanlış ele aldığını söylüyordu. Müzikale çevirirken öyküye bakış açısını tamamen değiştirmişti. Benzer bir durumun Frankenstein uyarlamaları için geçerli olduğunu anlıyorum.
Mükemmel bir öykü fikri olduğunu yalanlamak mümkün değil elbette. Okunması şart.
Onun kitaplarına yetişmek çok zor! Arsine Yayıncılık Genel Yayın Yönetmeni olduktan sonra Polisiye Yazarları bir çatı altında toplaması büyük bir başarı... Yerli Polisiye Romanları ülkemiz de hak ettiği yere taşıyacağına inandığım bir yazar.
"güneşten de sıcak" isimli romanı eksik kalmış galiba.
harika bir polisiye. esmahan akyol'un kelepir ev romanında minette walters'dan bahsedilince merak ettim ve okudum. ne kadar doğru bilmiyorum ama agatha cristie romanlarının türkçeye çevrilirken kesilip budandığı söylenir, böylece geriye karmakarışık bir muamma kalır. kanlı miras bana edebi yönleri olan bir agatha cristie romanı gibi geldi. usul usul ilerlerken merak duygusu asla kaybolmuyor. bütün karakterler kanaviçe gibi işlenmiş. kurgu o kadar karmaşık ki yer yer anlamakta zorlandığım da oldu ama her şey yeri geldikçe aydınlandı. çok beğendim.
Bu kitabı sekiz ya da dokuz kez okumuş olmalıyım. Aslında vakit geniş olsa her sene bir kere daha okurum. Ama ömür kısa.
Bu romanı her bitirişimde muhteşem bir yitip gidişin hikâyesi olduğunu daha şiddetle hissediyorum.
Ben polisiye okurum. Gülün Adı’nı ilk elime alışım da “polisiye” olduğu zannıyla gerçekleşti. Peki, Gülün Adı gerçekten bir polisiye miydi?
"... Romanımın başka bir başlığı vardı," diyor Eco, “Suç Manastırı”. Bunu bir yana bıraktım, çünkü okuyucunun dikkatini yalnızca polisiye konuya çekiyordu ve baştanbaşa eylemden oluşan öyküler peşindeki bahtsız alıcıları onları kandıracak bir kitabın üstüne atılmaya sürükleyebilirdi...
Ansiklopedik kaynaklar, Gülün Adı’nın “1327 senesinde bir İtalyan Manastırında geçen tarihi bir polisiye” olduğunu açıklıyor.
"... Bizi ürperten biricik şeyin, yani metafizik ürpertinin hoş bir şey gibi alınmasını istediğim için de (kurgu örnekleri arasında) en metafizik ve felsefi olanı, polisiye romanı seçmekten başka bir şey kalmıyordu bana..."
Gülün Adı, seksenine varmış bir Benedikten rahibi olan Melk’li Adso’nun yeni yetmeliğinde başından geçen olaylar üzerine yazdığı bir Ortaçağ kroniği.
Bu da benim bu roman üzerine yazdığım yazının girişi.
https://www.cinairoman.com/posts/1520
Baskerville'li William Birader üzerine bir karakter incelemesi. Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, bugüne kadar yazdığım tüm yazı/inceleme/deneme/öykü/roman türü metinler arasında açık ara en iyi yazım budur.
Benim için bu kadar özel bir kitap için az bile.
200 sayfa kadar okuduktan sonra artık tahammül edemeyip sonunu okuyup bıraktım. çetin ikmen sıradan bir komiser, çirkin, kısa boylu, dokuz çocuklu bir adam. polisiye romanlarda ekzantrik karakterlere benzememesi iyi ancak roman çok karakter üzerinden anlatılınca bu sıradan komiseri de çok tanıyamıyoruz. roman çok ağır ilerliyor, bu durumda okuyucunun merak duygusu gittikçe pörsüyor. ben sevmedim.
iki arada bir derede kaldığım bir polisiye oldu. yer yer beğendim yer yer sıkıldım, bir an önce bitsin dedim. bu romanda da hakan nesser'in karambol romanındaki durum sözkonusu. çetin ikmen polisiyesi deniliyor ama çetin ikmen hastalık izninde olduğu için soruşturmayı başka bir komiser yürütüyor. çetin ikmen de dışardan destek veriyor. muamma bakımından beğendim yine de.
kati hirşel, almanya doğumlu ancak istanbul'da yaşayan, yalnızca polisiye kitaplar satan bir kitapçı ve polisiye sever. aynı zamanda da amatör dedektif. bu romanda satın almak için kelepir bir ev ararken dolaylı olarak bir cinayetle karşı karşıya kalıyor. ilk başta cinayetin şüphelisi durumuna düşse de kısa sürede masumiyeti anlaşılıyor. ancak yine de merakını dizginleyemeyip katili araştırmaya devam ediyor. esmahan aykol bence iyi bir anlatıcı. kitap zevkle okunuyor. muamma kısmı da iyi denebilir.tek sorun bence kati hirşel'in amatör dedektif olması. amatör dedektifler ya kendi başlarını ya da bir yakınlarını beladan kurtarmak için dedektiflik yaparlar. bu romanda da kati hirşel'in cinayetin şüphelisi olmadığı anlaşıldıktan sonra olayı araştırmaya devam etmesi biraz tuhaf kaçıyor. oysa kahramanımız hem kitapçılık hem de dedektiflik yapabilir. bu durumda daha gerçekçi olurdu. yine de zevkle okunan bir kitap.
kitaptaki hikayelerin çoğunluğunda polisiye bir konu olsa da bazı hikayeler farklı türde. zaten bu yüzden gizemli öyküler alt başlığı konulmuş. özellikle feneryolu cinayetleri kitabından tanıdığımız dedektif kerim ülkü'nün bir kapalı oda cinayetini aydınlattığı hikayeyi çok zekice buldum ve beğendim. okunası bir kitap.
gençliği sol örgütün içinde geçmiş, 80 darbesinden sonra kaçak yaşamış, tutuklanıp hapis yatmış, hapisten çıktıktan sonra bir süre tutunamamış bir adam, Süha. bir gün arabasıyla kaza yapınca yakınlardaki bir Alevi köyünde Cem Evi'nde yaşanan bir olaya şahit olurken kendi geçmişiyle hesaplaşıyor. konusu, anlatımı, kurgusu güzel bir roman.
ahmet ümit'n kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığını düşündüğüm hikayeleri keyifle okudum. özellikle de devrimci gençlerin darbe sonrası yaşadıkları kişisel hesaplaşmalara dair olanları çok beğendim.
eski tarz bir polisiye. çok keyif almadan okudum. kill bill'e esin kaynağı olması yönüyle ilginç. sonunda muamma çözüldükten sonra yazar bir sürpriz daha yapıyor ve adaleti kendi elleriyle sağlamaya çalışanlara eleştiri getiriyor.
ne yazık ki yarım bıraktığım bir roman oldu. zamanına göre belki iyi bir polisiyedir. çeviri dilinin de eskimiş olması okumayı zorlaştırıyor kanımca. kocasını işlemediği bir cinayetten kurtarmaya çalışan genç bir kadının hikayesi. ancak heyecandan yoksun, vasat bir kurgu.
ne yazık ki beğenemedim bu kitabı. şiir ve polisiyeyi yan yana getirmek orjinal bir fikir olabilir belki ama benim hoşuma gitmedi. okumakta zorlandım ve yarım bıraktım. aslında günay gafur iyi, üslup sahibi bir yazar. kitaptaki şiirsel kısımlardan bunu anlamak mümkün ama şiirsel anlatım polisiyede gitmiyor bence.
Cinairoman.com'da Eylül 2019 okuma kitabı olarak seçtiğimiz Farahnaz’ın Çiçeği, okuması keyifli bir kitap fakat bir kim-yaptı polisiyesi olmasına rağmen gizem öğesi çok düşük. Hatta öyle ki, katil bu kadar aşikar olamaz, olmamalıdır diye bir trick arayıp, en umulmadık kim ola acaba diye düşünüyorsunuz. Fakat ortada pek de başka katil namzedi bulamayınca, “Eh, ne yapalım. Yetmişli yılların sonunda, bir taşra kentindeki burjuvaların yaşamı nasıl oluyormuş?” diye devam ediyorsunuz. Ve bu kararınızdan hiç pişman olmuyorsunuz.
Romanın her yerinden fırlayan, her çeşit kadınlar, özellikle orta sınıftan olanlar muhtemelen kadın okuyucuların çoğuna kendi anneleri ve onların arkadaşlarını, yaptıkları 'gün'leri anımsatmıştır. Büyüklerin sıkıcı konuşmalarına hiç karışmadan mutfakta ayaküstü atıştırılanın kek ve böreklerin ardından sıvışılıp kaçılan günleri. Karşı cinsten okuyucular ise, bizim Cinai erkeklerinin kibarca dile getirdikleri gibi, “böyle zulüm görmedik” diyebilirler ;)
Farahnaz’ın Çiçeği ne kadar sıcak bir kitapsa, baş karakter Yıldız Alatan da bir o kadar itici bir tip. Aslında kitapta yer alan kadınların hemen hepsi birbirlerinden bağımsız ayrı sevimsizlikteler. Yaprak Öz, şiddetli bir pozitif ayrımcılık yaparak Farahnaz’ın Çiçeği’nde erkek karakterleri gölge figüran rollerine yakıştırmış, zavallı adamlar kötü bile olamıyorlar.
Kitabın girizgahından bir polisiye serisinin planlandığını, torunu Berrak vasıtasıyla daha birçok Yıldız Alatan macerasının okuyucuları beklediğini çıkarmak mümkün. Bu ilk Yıldız Alatan macerası, sıkı polisiye okuyucularında olay örgüsü ve kim olduğu hemen çıkartılabilecek katiliyle biraz hayalkırıklığı yaratma tehlikesine karşın yine de kendini zevkle okutmaktadır. Serinin her yeni çıkan kitabiyla karakterlerin ve gizem unsurlarının daha derinleşeceğine inancim büyük.
hakan nesser'in beni hayal kırıklığına uğratan ilk iki romanından sonra ilaç gibi geldi. bunda çevirmen Ali Gür'ün kitabın orjinal dilinden yaptığı temiz çevirisinin etkisi de var muhakkak. ancak yazarın usta anlatımını da es geçmemeli. hakan nesser çok iyi bir anlatıcı. hikayeyi hiç acele etmeden ancak sıkıcılığa da boğmadan anlatıyor. kurgu çok iyi. istemeden birisinin ölümüne neden olan bir adam suçunu itiraf etmeyince başka suçlar işlemeye başlıyor. ve cinayet masası dedektifleri de katili bulmaya. yalnız van veteeren burada biraz yan karakter gibi. elbette olayın çözülmesinde büyük katkıları oluyor ama yazar daha çok diğer dedektifleri anlatmayı seçmiş. güzel bir polis soruşturması romanı.
Başlarken endişeliydim, ama umduğumdan daha çok beğendim. Belki de tüm kitaplara böyle başlamak lazım, beklentiyi düşük tutunca insan beğeniyor. Ama tabii, bu bir tıbbi gerilim ve ben tıbbi gerilim severim.
Kitabın sonu benim sevdiğim alanlara bağlandı. Biyolojik fenomen fikrinden de hoşlandım.
Bazı beni sıkan tarafları oldu:
1) Aile hekimi kadın doktorun sürekli acil servis ünitesinde acil müdahale yaparak birilerini hayata döndürmesinden sıkıldım.
2) Bazı diyaloglar gereksiz uzun ve mükerrerdi. Polisin kadını kalmaya ikna etmeye çalıştığı kısım, polisin geçen yüzyılda olmuş olayı öğrenirken tüm biyolojik teoriyi baştan anlatması vs.
Kitabın ismi de göle gönderme yaptığı için fena bir tercüme olmamış.
Hikayenin sonunu bağlamadılar, bundan sonra göle girmek yasak mı değil mi? :)
ne yazık ki hakan nesser'in ikinci van veteeren kitabı benim için hayal kırıklığı oldu. bunda yayınevinin alelacele yapmış gibi görünen baskısının da payı var. kitap sanki çevrildikten sonra editör tarafından hiç kontrol edilmemiş gibi. gözardı edilemeyecek kadar çok yazım yanlışlarını hesaba katmasam bile o kadar çok anlatım bozukluğu olan cümle var ki bazen ne denilmek istediğini hiç anlayamadım. yayınevinin bir polisiye seriyi sırasıyla basmasını takdir etmekle birlikte daha özenli bir çalışma beklerdim. bunun dışında konuya gelirsem hala nasıl bir karaktere sahip olduğunu çözemediğim van veteeren bu defa küçük bir kasabada baltayla işlenen cinayetleri çözmeye çalışıyor. ama katilin nasıl bulunduğunu ben anlayamadım. belki de benim eksikliğimdir. ama yazar s.s. van dine'ın polisiye yazmanın 20 kuralından katilin kimliği ile ilgili olan önemli bir kuralı çiğniyor. elbette bu kurallar kutsal kitap gibi dokunulmaz değil ancak kitabın sonunda katilin kimliği ortaya çıktığında vay canına denilmeyecek bir durumla karşılaşıyoruz. bununla birlikte katilin cinayetleri işleme sebebi gerçekçi ve oldukça dramatik bir nedene dayanıyor. şimdi de karambol'ü okuyacağım.