serinin en iyisi diyebilirim. olay çok ilginç. adamsberg gençlik yıllarına kadar uzanan bir seri cinayetleri çözmeye çalışıyor. daha doğrusu katili belli ama ispatlayamamış ve adam yıllar önce ölmüş. ama aynı tarzda yeni bir cinayet daha işleniyor. bu esnada komiser ve ekibi eğitim için kanada'ya gidiyorlar. bu da nerden çıktı diye düşünürken komiserimiz kanada'da bir ciayet şüphelisi durumuna düşüyor. yazar bu romanın kurgusuna hayli emek vermiş. soluk soluğa merkala okudum ve çok beğendim. allahtan çevirisi ilk kitabın çevirmeni olan deniz öztürk tarafınfan yapılmış.
çevirisi nedeniyle yarım bıraktım bu kitabı. bir de yazar giriş bölümünü çok uzun tutmuş gibi geldi bana. ya da ben uzun girişleri sevmiyorum.
Keşke bu kitabı da Deniz Öztürk çevirseymiş. bunun dışında kitap ilginç başlıyor. çok büyük olduğu tahmin edilen bir kurt tarafından boğazlanan koyunlar, kurtadam hikayesi, sonra koyunların yanısıra kurtun öldürdüğü bir insan. ardı ardına işlenen cinayetler. komiser ademsberg olaya sonradan dahil oluyor. katili tahmin ettiğim için ayrıca sevdim kitabı.
ne yazık ki berbat bir çeviri nedeniyle takır tukur okuyabildim. kitaba yazık olmuş.
çevirisi nedeniyle zar zor okudum. o kadar gereksiz 'o' zamiri kullanılmış ki insanın canı sıkılıyor. chandler'in ilk eserlerini merak edenler okuyabilir.
muamma açısından tatmin edici bir kitap. agatha cristie'leri bitirip aynı tarzda başka kitap okumak isteyenler için birebir. yazar bir parodi yapma niyetinde değil bence, aslında hercule poirot romanı yazmak istemiş ama o isimle yazamayacağı için dedektifin adını bu şekilde değiştirmiş diye düşündüm. merakla okunan güzel bir polisiye.
"güneşten de sıcak" isimli romanı eksik kalmış galiba.
harika bir polisiye. esmahan akyol'un kelepir ev romanında minette walters'dan bahsedilince merak ettim ve okudum. ne kadar doğru bilmiyorum ama agatha cristie romanlarının türkçeye çevrilirken kesilip budandığı söylenir, böylece geriye karmakarışık bir muamma kalır. kanlı miras bana edebi yönleri olan bir agatha cristie romanı gibi geldi. usul usul ilerlerken merak duygusu asla kaybolmuyor. bütün karakterler kanaviçe gibi işlenmiş. kurgu o kadar karmaşık ki yer yer anlamakta zorlandığım da oldu ama her şey yeri geldikçe aydınlandı. çok beğendim.
200 sayfa kadar okuduktan sonra artık tahammül edemeyip sonunu okuyup bıraktım. çetin ikmen sıradan bir komiser, çirkin, kısa boylu, dokuz çocuklu bir adam. polisiye romanlarda ekzantrik karakterlere benzememesi iyi ancak roman çok karakter üzerinden anlatılınca bu sıradan komiseri de çok tanıyamıyoruz. roman çok ağır ilerliyor, bu durumda okuyucunun merak duygusu gittikçe pörsüyor. ben sevmedim.
iki arada bir derede kaldığım bir polisiye oldu. yer yer beğendim yer yer sıkıldım, bir an önce bitsin dedim. bu romanda da hakan nesser'in karambol romanındaki durum sözkonusu. çetin ikmen polisiyesi deniliyor ama çetin ikmen hastalık izninde olduğu için soruşturmayı başka bir komiser yürütüyor. çetin ikmen de dışardan destek veriyor. muamma bakımından beğendim yine de.
tek bir romandan oluşmuyor kitap. yaklaşık 30-40 sayfalık 6 farklı polisiye hikaye var. çoğunda william irish'in diğer kitaplarındaki benzer bir tema var: işlemediği bir suçtan paçayı kurtarmaya veyahut çok sevdiği birisinin işlemediği bir suçtan dolayı cezalandırılmasını önlemeye çalışan bir adam ya da kadının çabaları. kimi hikayeler güzeldi, beğendim. vasat bulduklarım da oldu. son hikaye farklı biraz; meksika'da gerçekleşen bir darbe sırasında tesadüfen orada olan bir dedektif darbeci generallerden birini öldürdüklerinden şüphelenilen iki kardeşin masumiyetini ispatlamaya çalışıyor. hoş, sürprizli, keyifle okunan bir hikaye.
kati hirşel, almanya doğumlu ancak istanbul'da yaşayan, yalnızca polisiye kitaplar satan bir kitapçı ve polisiye sever. aynı zamanda da amatör dedektif. bu romanda satın almak için kelepir bir ev ararken dolaylı olarak bir cinayetle karşı karşıya kalıyor. ilk başta cinayetin şüphelisi durumuna düşse de kısa sürede masumiyeti anlaşılıyor. ancak yine de merakını dizginleyemeyip katili araştırmaya devam ediyor. esmahan aykol bence iyi bir anlatıcı. kitap zevkle okunuyor. muamma kısmı da iyi denebilir.tek sorun bence kati hirşel'in amatör dedektif olması. amatör dedektifler ya kendi başlarını ya da bir yakınlarını beladan kurtarmak için dedektiflik yaparlar. bu romanda da kati hirşel'in cinayetin şüphelisi olmadığı anlaşıldıktan sonra olayı araştırmaya devam etmesi biraz tuhaf kaçıyor. oysa kahramanımız hem kitapçılık hem de dedektiflik yapabilir. bu durumda daha gerçekçi olurdu. yine de zevkle okunan bir kitap.
kitaptaki hikayelerin çoğunluğunda polisiye bir konu olsa da bazı hikayeler farklı türde. zaten bu yüzden gizemli öyküler alt başlığı konulmuş. özellikle feneryolu cinayetleri kitabından tanıdığımız dedektif kerim ülkü'nün bir kapalı oda cinayetini aydınlattığı hikayeyi çok zekice buldum ve beğendim. okunası bir kitap.
gençliği sol örgütün içinde geçmiş, 80 darbesinden sonra kaçak yaşamış, tutuklanıp hapis yatmış, hapisten çıktıktan sonra bir süre tutunamamış bir adam, Süha. bir gün arabasıyla kaza yapınca yakınlardaki bir Alevi köyünde Cem Evi'nde yaşanan bir olaya şahit olurken kendi geçmişiyle hesaplaşıyor. konusu, anlatımı, kurgusu güzel bir roman.
ahmet ümit'n kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığını düşündüğüm hikayeleri keyifle okudum. özellikle de devrimci gençlerin darbe sonrası yaşadıkları kişisel hesaplaşmalara dair olanları çok beğendim.
eski tarz bir polisiye. çok keyif almadan okudum. kill bill'e esin kaynağı olması yönüyle ilginç. sonunda muamma çözüldükten sonra yazar bir sürpriz daha yapıyor ve adaleti kendi elleriyle sağlamaya çalışanlara eleştiri getiriyor.
ne yazık ki yarım bıraktığım bir roman oldu. zamanına göre belki iyi bir polisiyedir. çeviri dilinin de eskimiş olması okumayı zorlaştırıyor kanımca. kocasını işlemediği bir cinayetten kurtarmaya çalışan genç bir kadının hikayesi. ancak heyecandan yoksun, vasat bir kurgu.
Ekin Bey'in yorumuna katılıyorum. soruşturma sırasında tercümanlık görevi de yapan rus öğretmen, soruşturmayı yürüten iki KGB ajanı ve birkaç Türk karakter dışında kimin kim olduğunu, hayat hikayelerini anlamak çok zor. bunda karakter sayısının fazla olmasının da payı vardır belki. polisiye kurgu ve muamma sözgelimi Kavim romanına göre daha az iyi denilebilir. yine de yazarın akıcı üslubu ve ideolojik yönleri ağır basan karakterlere tarafsız bakışı romanı keyifle okutuyor.
hikayesi, anlatımı, kurgusu ve muammasıyla usta işi bir polisiye. bu romanda evgenia ile başkomiser nevzat'ın nasıl tanıştıklarını ve kişisel hikayelerinin önemli bir kısmını öğreniyoruz. ayrıca hristiyanlıkla ilgili önemli bilgiler rahatsız edici olmayaca şekilde romana yedirilmiş. romanın sonunda taşlar yerine o kadar güzel oturuyor ki çok beğendim.
Ahmet Ümit'in okuduğum romanları içinde en iyisi. kurgusuyla, üslubuyla, muammasıyla harika bir roman. tek sorun belki de Başkomiser Nevzat'la Evgenia'nın, Komiser Ali'yle Zeynep'in ilişkilerinde hiçbir değişiklik olmaması.
Ahmet Ümit'i okurken hem iyi bir polisiye hikaye okur hem de bir sürü yeni şey öğrenir insan. üslubu oturmuştur, hiç tekleme yapmayan bir motor gibi alıp götürür insanı. bu romanda katili tahmin etmek biraz daha kolaydı ama yine de muamması yerli yerinde güzel bir polisiyeydi.
karin fossum'u ilk defa okudum ve beğendim. kurguda bizi şok edecek gelişmeler olmuyor ama yazar daha çok insanların psikolojisini, olaylara yaklaşımını anlatmayı tercih etmiş ve bunda da oldukça başarılı olmuş. keyifle okunan bir polisiye.
ne yazık ki beğenemedim bu kitabı. şiir ve polisiyeyi yan yana getirmek orjinal bir fikir olabilir belki ama benim hoşuma gitmedi. okumakta zorlandım ve yarım bıraktım. aslında günay gafur iyi, üslup sahibi bir yazar. kitaptaki şiirsel kısımlardan bunu anlamak mümkün ama şiirsel anlatım polisiyede gitmiyor bence.
mükemmel bir polisiye. okurken çok keyif aldım ve elimden bırakamadım. düz bir anlatımı yok kitabın. kitaptaki her karakter kendi dilinden anlatıyor hikayeyi. yalnızca dedektifimiz kerim ülkü istisna. onu da yakın arkadaşı polisiye yazarı faruk arman'ın dilinden tanıyor ve takip edebiliyoruz. kurgusu çok iyi, çok emek verildiği belli. yazarı tebrik ediyor ve hatta ilk kitabında yakaladığı başarıyı kıskanmaktan kendimi alamıyorum.
hakan nesser'in beni hayal kırıklığına uğratan ilk iki romanından sonra ilaç gibi geldi. bunda çevirmen Ali Gür'ün kitabın orjinal dilinden yaptığı temiz çevirisinin etkisi de var muhakkak. ancak yazarın usta anlatımını da es geçmemeli. hakan nesser çok iyi bir anlatıcı. hikayeyi hiç acele etmeden ancak sıkıcılığa da boğmadan anlatıyor. kurgu çok iyi. istemeden birisinin ölümüne neden olan bir adam suçunu itiraf etmeyince başka suçlar işlemeye başlıyor. ve cinayet masası dedektifleri de katili bulmaya. yalnız van veteeren burada biraz yan karakter gibi. elbette olayın çözülmesinde büyük katkıları oluyor ama yazar daha çok diğer dedektifleri anlatmayı seçmiş. güzel bir polis soruşturması romanı.
ne yazık ki hakan nesser'in ikinci van veteeren kitabı benim için hayal kırıklığı oldu. bunda yayınevinin alelacele yapmış gibi görünen baskısının da payı var. kitap sanki çevrildikten sonra editör tarafından hiç kontrol edilmemiş gibi. gözardı edilemeyecek kadar çok yazım yanlışlarını hesaba katmasam bile o kadar çok anlatım bozukluğu olan cümle var ki bazen ne denilmek istediğini hiç anlayamadım. yayınevinin bir polisiye seriyi sırasıyla basmasını takdir etmekle birlikte daha özenli bir çalışma beklerdim. bunun dışında konuya gelirsem hala nasıl bir karaktere sahip olduğunu çözemediğim van veteeren bu defa küçük bir kasabada baltayla işlenen cinayetleri çözmeye çalışıyor. ama katilin nasıl bulunduğunu ben anlayamadım. belki de benim eksikliğimdir. ama yazar s.s. van dine'ın polisiye yazmanın 20 kuralından katilin kimliği ile ilgili olan önemli bir kuralı çiğniyor. elbette bu kurallar kutsal kitap gibi dokunulmaz değil ancak kitabın sonunda katilin kimliği ortaya çıktığında vay canına denilmeyecek bir durumla karşılaşıyoruz. bununla birlikte katilin cinayetleri işleme sebebi gerçekçi ve oldukça dramatik bir nedene dayanıyor. şimdi de karambol'ü okuyacağım.
İsveçli polisiye yazarlarına ayrı bir ilgim var. Henning Mankell'in Wallander serisini, Wahlöö&Sjöwall çiftinin Martin Beck serisini zevkle okumuştum. Bu yüzden Hakan Nesser'i çok merak ediyordum. daha önce Karambol ismiyle çevrilmiş ancak okumaya elim gitmemişti. çünkü polisiye serilerini sırasıyla okumak isterim. İndie yayınlarını Van Veeteren serisini sırasıyla çevirmeye başladıkları için tebrik etmek istiyorum. bu serinin ilk kitabı the mind's eye. kurtların saati serinin 7. kitabı. yani ilk kitap basılmış ama yedincinin adı konulmuş. neyse kitabı genel olarak beğendim. van veeteren de eşinden boşanmış, iki çocuklu yaşı geçkin bir polis. bu yönüyle wallander'e benzettim. ama yazarın hikayeyi anlatma yöntemi nedeniyle başkahramanı çok tanıyamadığımı hissettim. benim için polisiyede dedektif karakteri kitaptaki herşey kadar önemli. yine de genel olarak beğendim.
Biraz duygusal bir yorum olacak ama bşr yazar okuyucusunu hiç bir duygusal istismar numarası yapmadan ağlatıp iki dakika sonra daha gözyaşları kurumadan gülümsetebiliyorsa o yazar çok ama çok iyi bir yazardır.
diyecek söz bulamıyorum. muhteşem bir polisiye. matt scudder alkolik, polislikten ayrılma, sorunlu hayatıyla klişe bir özel dedektif gibi görünse de çok farklı, çok etkileyici bir karakter. wallander'le birlikte en sevdiğim dedektif karakteri. bu romanda dedektifimiz pezevenginden ayrılması konusunda kendisine yardım etmesini isteyen bir fahişe için çalışmaya başlıyor ve olaylar çok farklı yerlere gidiyor. işlenen cinayetler son ana kadar gizemini korurken kitap bittiğinde her şey çok gerçekçi bir şekilde açıklığa kavuşuyor. son cümle beni vurdu: "Adım Matt" dedim, durakladım, sonra bastan aldım. "Adım Matt" dedim "ve ben bir alkoliğim."
Ve dünyanın en kahrolası seyi oldu. Ağlamaya basladım.
true dedectives dizisinin senaristinin yazdığı bir roman olduğu için okumak istedim. kitap çok güzel başladı, yakında öleceğini öğrenen bir katilin genç bir kadınla yolunun kesişmesi ve birlikte yaptıkları yolculuk. ortalarda biraz sıkıcılaşsa da sonrası çok farklı, beklenmedik ve etkileyici bir hikayeydi.
güzel bir polisiye. ilginç bir hikayesi, tahmini zor bir muamması var. üstelik yazar bütün ipuçlarını önceden veriyor. katili tahmin edemedim. bu yönden sevdim. öte yandan kitap bir yolculuk boyunca işlenen cinayetleri anlatıyor ve bir süre sonra kitap biraz yolculuk sonra beklenmedik anda işlenen cinayet şeklinde ilerlemeye başlıyor. ve bana göre okuyucuyu yoracak kadar tasvir var. ama yine de okunmalı.
Joseph Wambaugh'nun Mavi Savaşçı romanı ve çevirisi çok güzeldir. ancak yazarın ikinci okuduğum kitabından sonra bende oluşan kanaat bu romanların bildiğimiz anlamda polisiye olmadığı yönünde. çünkü her ne kadar bu romanlarda polisler başrolde olsa da hikaye belli bir suç ve bu suçla alakalı muamma etrafında ilerlemiyor. daha çok polislerin hayatları, hissiyatları, yaşadıkları ilginç olaylar anlatılıyor. Gölge Protokol'ü de ne kadar kendimi zorlasam da bitiremedim. çevirisini de beğendiğimi söyleyemem.
çok hacimli bir kitap. 150 sayfa kadar okumama rağmen hikayenin içine giremeyince bıraktım. bu kitabın kötü olduğu anlamına gelmez ama bana hitap etmedi sanırım. polisiyede fazla ayrıntılı anlatım beni boğuyor. bu yüzden bitirmeden bıraktım. oysa bir başka Alman yazar Wolfgang Schorlau'yu çok sevmiştim.
Komiser Maigret'nin ilk macerasını okumak bir zevkti. Simenon bize kitap boyunca anlam veremediğimiz olayları takip ettiriyor. bazen sıkıldığımı ve bütün bu olayların nereye bağlanacağını merak ettiğim oldu. ancak romanın sonu benim için muhteşemdi. Simenon romanlarında bizi sahici dramlarla başbaşa bırakıyor. sürpriz bozmadan romanın konusundan bahsetmek zor olduğu için konusuna hiç değinmiyorum. sadece çeviriyi beğenmediğimi belirtmek isterim. üstelik bu romanın tek bir yayınevinden yayınlanmasına da şaşırdım. daha iyi bir çeviriyi hak ediyor bence.
yazarın Amsterdam'ın Gülü kitabını okuyup beğenmiştim ama bunu sevmedim. aslında sadık yemni'nin anlatımını, üslubunu seviyorum ama galiba konu ilgimi çekmedi.
beklemediğim kadar iyi bir siyasi polisiye. schorlau tam bir kurgu ustası. romandaki en küçük ayrıntının bile önemi var. kurgu saat gibi işliyor. yazar Almanya derin devletinin pisliklerini keskin bir neşter darbesiyle ortaya döküyor. çok beğendim.
uzun süredir bu kadar etkilendiğim bir kitap olmamıştı. eddie, gino ve tony üç kardeş. üçü de mafyanın içinde ama en büyükleri olan eddie kardeşlerinden daha üst konumda. işleri düzgün, tıkırında. derken en küçükleri tony bir kıza aşık olup mafyadan çıkıyor. ancak son yaptığı işle ilgili polise konuşma ihtimali olduğu için patronları eddie'den kardeşini bulup ülke dışına çıkmasını sağlamasını istiyorlar. roman boyunca eddie'nin kardeşini ararken yaşadıklarını izliyor, malum sonu içten içe bilmesine rağmen kardeşine yardım edememesinin (ya da etmemesinin) onda yarattığı psikolojik yıkıma şahit oluyoruz. simenon bu romanda yine döktürmüş. çevirisi de çok güzel olduğundan elimden bırakamadan okudum ve çok sevdim. simenon sanırım bu romanda ilk defa bir mafya hikayesi anlatmış. zaten üslubu hiç bir yazara benzemiyor. hiçbir zorlamaya kalkışmadan son derece sade bir üslupla bize karakterimizin iç dünyasını birkaç fırça darbesiyle gösteriveriyor. okumayanlara tavsiye ederim.
ikinci okuyuşumda aynı lezzeti alamadım. üstelik romanın sonunda devamı sayfa 122'de diyerek yönlendirmesinin de bir numarası yok bence. yönlendirdiği yerde roman bir sarmal gibi devam etse anlayacağım. yine de yazarın dili okutuyor.
tuğla gibi kalın bir kitap olmasına rağmen su gibi akıcı, elimden bırakamadan okuduğum, bitirir bitirmez 2. ve 3. kitaba başladığım çok güzel bir polisiye. çevirisi de harika olmuş.
markaris'i ilk defa okudum ve beğendim. banka kredileriyle spordaki doping olayını birbirine benzetmesi orjinal olmuş. ayrıca farklı olarak ana karakterimizin hikayeyi geçmiş zaman üzerinden değil de şimdiki zamanı kullanarak anlatması dikkatimi çekti.
wallander serisinin üçüncüsü. bu kitapta mankell bu seride ilk defa ana kahraman dışındaki karakterlerin üzerinden de bir anlatım kuruyor. hikaye bir isveç'te bir afrika'da geçiyor. ben çok sevmiştim.
bu kitap 87. bölge karakolu serisinin 6. kitabı. harika bir polisiye. bir solukta okudum ve çok beğendim. sonunda öylesine şaşırdım ki yazarın ustalığına hayran kaldım. keşke hepsi çevrilse.