Kristal Kelepçe 2020 adayları arasında bu kitabı okuduk. Ve fakat bu kitap kategorik olarak polisiye değil. Seri katile aşık olan bir ergen kızımızın hezeyanları... Hayat gerçeklerinden son derece uzak, tuhaf bir masal.
Hikaye Amerika'da başlıyor, Meksika'ya ve İspanya'ya gidiliyor, Amerika'ya geri dönülüyor. Karakterlerimiz de Amerikalı. Maalesef bir Türk yazarın Amerikalı liselilere ilişkin bir romanı benim için okunabilir değil.
Ayla Koca’nın doğaüstü romanları var. Fakat bu onlardan birisi değil. Yine de Ayla'nın doğaüstü anlatım tarzının bu romanda kesinlikle izleri var. Bana kendimi paralel-masalsı bir evrende hissettirdi. Olayların ne kadarlık bir zamanda geçtiği, günlerin birbirini nasıl kovaladığı flu bırakılmış. Mekan algısı bakımından da benzer bir yorum yapılabilir. Bu kadar büyük bir organizasyonun yürüttüğü faaliyetler tek bir şehirde mi geçiyor? Olaylar doğaüstü seviyede 'gore' ve organize. Kaç cinayet işlendiğinde hesabı kaçırdım. Ama romanın öyle enteresan içine çeken bir tarzı var ki, bu hesap önemli olmaktan çıkıyor. Bugüne kadar okuduğum yerli-yabancı polisiyeler arasında en kanlı polisiye bu!
Ayla Koca karakterleri okura sahiplendiriyor, hepsi ailemizin bireyleri gibiler. Sadece kızımızın bu kadar güçlü olmasına rağmen birisiyle evlenmeksizin güvende olamamasına ilişkin mesajı sevmedim. Ayla bu kızımızı güçlü ve bağımsız olabileceği bir işe soksaydı, hatta belki de babasının izinden polis yapsaydı, diye içimden geçirdim.
Bir 'page-turner'. Sayfaları heyecanla çevirdim. 2020 Kristal Kelepçe adayları arasında olan bu roman, en beğenilenler arasında yer aldı. Benim de en beğendiklerimden birisi oldu.
Gökçe'nin daha önce polisiye olmayan bir öykü kitabını okumuştum. Kendine has bir anlatım tarzı var ve okununca kendini gösteriyor. Bu kitabı okurken de yine Gökçe'nin tarzını hissettim.
Kristal Kelepçe 2020 adayları arasında olan bu kitap, en beğenilenlerden oldu. Benim de en beğendiklerim arasındaydı. Anlatım güzel, hikaye akıcıydı.
SPOILER ---
Geçmişte yaşanan seri cinayetlerin günümüzde tekrar etmesi üzerine bir kurgumuz var. Bu nevi kurgularda iki ayrı dönemdeki cinayetlerin illa birbirine bağlanması beklenir. Ve fakat beni klişeler çok sıkıyor. Gökçe'nin kitabında en hoşlandığım şey, geçmişteki hikaye ile bugünkü hikayenin birbirine bağlanmaması oldu. Tüm öyküyü sıradan seri katil klişesinden kurtarmış Gökçe! Kitaba daha da çok bağlandım bu yüzden.
SPOILER ---
Kitapla ilgili tek aklıma takılan, Alim’in kızı Hale’nin polisle ilişkisiydi. Polisin Hale'den bu nevi bir yardım istemesini gerçek dışı buldum. Hale'nin polisle ne iş yaptığını da tam anlamadım. Hale bu kahramanlığa kalkmasa mıydı hiç acaba?
Polisiye kurgudaki tüm sorular cevaplandı. Bir polisiyede en önemli konu bence bu. Zevkle okuyacaksınız. Ayrıca Alim çok sevimli bir karakter olmuş.
Kristal Kelepçe 2020 yılı Yılın Polisiye Roman Ödülü'nü kazandı bu kitap.
Tüm adaylar içinde benim de en beğendiğim kitap oldu. Tüm sene boyunca en çok zevk alarak okuduğum kitaplardan birisiydi. Yaşasın kitabımı okuyayım diye gece yatağa keyifle gittim.
Türkçesi kusursuzdu.
Polisiye kurgu hiçbir soru işareti veya mantıksızlık bırakmayacak şekilde iyi kurgulanmıştı, tüm sorular cevaplandı. Tam bir 'cosy' atmosferi yansıttı, ama baştaki otopsi sahnesiyle de 'cosy' kalıplarının dışına çıkıp göz doldurdu.
Karakterler pek sevimliydi, bir Sherlock-Watson havası vardı ama o kadar karikatürize değildi. İdris Sherlock kadar irite edici derece zeki ve ukala değildi, Musa da Watson taklitlerinin edebiyatta sıklıkla maruz kaldığı üzere sürekli aptal yerine konulmuyordu.
Öykü de hoşuma gitti. Olayların Kütahya’da geçiyor oluşundan hoşlandım. Dil ve yaşayışla ilgili her detayın döneme ait olduğundan emin olamadım ama aksini iddia edeceğim kadar hakim değilim Osmanlı dönemine. O yüzden Ayfer Kafkas’ın araştırarak yazdığına güvenmeyi tercih ediyorum.
Tek sorum şu: Kitabın ismi neden bileziğe odaklandı?
Velhasıl, alın okuyun. Zevkle öneriyorum.
Kristal Kelepçe Yılın Polisiye Roman Ödülü 2020 adayları arasında okudum. Lakin kanaatimce bu kitap kategorik olarak polisiye değil, doğaüstü macera. Başta ilk 20 sayfa polisiye bir gizem vardı, fakat çözülmeden ortada kaldı. Yazarın bunu çözmeye dair çabası olmadı kitap boyunca. İlk 20 sayfadan sonra, kahramanın polis olması haricinde hiçbir polisiye öğe yoktu. Polis kahramanın geçmişine inilecek sandık, inilmedi.
Doğaüstü bir antagonist olan Sinek ile savaş, mücadele olacak izlenimi verdi kitap. Fakat o da olmadı. Sinek kitabın ikinci yarısında hiç yoktu. Kitabın sonunu anlamadım. Neden Ahmet cini göndermek istemedi? Kime söz vermiş? Benedetto onu niye vurdu? Kubilay nedir? Amerikalılar da mı komploya dahilmiş? Karakterler vizesiz ve ellerinde kocaman silahla on tane ülkenin sınırını nasıl geçtiler?
Karakterler derinliksizdi. Ahmet ile Benedetto ne çabuk birbirlerini kabullendiler ortak diye? Neye ortaklarmış? Benedetto'nun Ahmet'ten sakladığı sırlar neymiş? Evde gördüğü kafası kopmuş bebek neydi? O da bir yere bağlanmadı. Özetle kitap boyunca bir yere bağlanmamış sayısız detay verildi, hepsi açıkta kaldı.
İlaveten Türkçe’de de hatalar var. Bağlaç yazımlarında problemler ve nesne-özne-yüklem uyumsuzlukları mevcut.
Tek enteresan tarafı cin dünyasını gözümde canlandıracak kadar canlı anlatması oldu. Şaşılacak derecede gözümde canlandı bu dünya. Aradan aylar geçmesine rağmen halen cin dünyasını görebiliyorum. Doğaüstü öyküleri severim, bu kısım hoşuma gitti. Lakin cin dünyasının Anadolu köyüne fazla benzerliğini de belirtmeden geçemeyeceğim.
Kristal Kelepçe 2020 adayları arasında okudum bu kitabı. En çok beğenilenlerden birisi oldu. Benim de en beğendiğim ikinci kitaptı. Çok çok iyi yazılmıştı. Gülce hem Türkçe hem stil olarak çok kuvvetli bir kalem olduğunu hemen belli ediyor.
Eski golcü Yanık Ertan kaybolunca karısı özel dedektifliğe başlayan eski polis Hakan'dan yardım istiyor. Hakan kendini İstanbul'un mafya babalarının arasında tenis topu olmuş bulunca, eski tanıdıkları Nihal ve Cihan'dan destek alıyor. Hikaye uyuşturucu ticaretine, cinayetlere ve istihbarat komplolarına uzanıyor. Daha da ötesi, olaylar tam da 15 Temmuz'a denk geliyor.
Beğenerek okudum. Sadece iki ufak notum var:
1. Emekli hariciyecinin kızı neden bu kadar mesele oldu? Elini sallasan emekli hariciyeciye çarpan bir memleketteyiz. Buna rağmen fabrikanın görevdeki bir millet vekiline ait olması neden kimse için mesele olmadı? Bu detay epey gürültü kopartmalıydı fakat hiçbir yere bağlanmadı. Gülce'nin bunu bir taslakta yazdığını ve sonra silmeyi unutmuş olabileceğini düşündüm.
2. Bu kitaptaki karakterler Gülce Başer'in ilk romanında yer alan karakterlermiş. Bunu okuduktan sonra öğrendim. Amma velakin Nihal, Hakan, Cihan ve Nihal'in kocasına ve eskiden yaşanan hadiselere dair çok sayıda ve çok sık gönderme var. Ancak bu göndermeler izah da edilmiyor. Bunları anlamak için önceki kitabı okumuş olmak lazımmış.
1- Mehmet Taşdelen'in Türkçesi üzerinde çalışması gerekiyor. Yanlış anlamda kullanılmış kelimeler ve anlatım bozuklukları var: yemek bitince ‘tabldotları’ yıkama alanına bırakmak, araba camını esir etmiş ‘buzullar’, okulun arka ‘kesişimindeki’ sokak vb. İlaveten, ‘baya’ ve ‘tabi’ gibi yazım yanlışları...
2- SPOILER --- Polisiye kurguda derinlik bulamadım. Sadece Olay Yeri İnceleme'nin gelmesi ve otopsi yapılmasıyla tüm olay çözüldü. Merak, delil, zihinsel bulmaca yoktu, Yiğit’in katil olduğunu doğum gününde anlamıştık. Olayın çözülmesi için kahramanımızın komiser olmasına gerek yoktu. Zira olay kahramanımız komiser olunca değil, aile dilekçe verince çözüldü. Kahramanımızın çözüme katkısı olmadı. Komiser olunca ikna ettiği aileyi en başta ikna etseydi, olay yıllar önce çözülürdü.
3- SPOILER --- Polisiye kurguda mantıksızlıklar da var. Buğra Nehir’in ölümünden sonra en yakın arkadaşı Yiğit’i hiç mi görmemiş? Buğra çok sevmiş de kızı neden öldürmüş? Kavga etmişler de cinnet mi geçirmiş? Bu durumda zehirlemiş olamaz; çünkü zehir planlı cinayettir. Cinayeti planlayan zehrin kalanını olay yerindeki çöpe atmaz. Kızı zehirlemeye karar vermiş de bunu rakibi ortada yokken mi yapmaya karar vermiş? Bilakis rakibi ortada yokken kızı kazanmaya çalışması gerekmez miydi? Öldürecekse Buğra’yı zehirleseydi? İlla Nehir’i öldürecekse Buğra varken yapsaydı, cinayet de Buğra’ya kalsaydı.
4- Risin ile zehirlenen 22 yaşındaki bir kız için hiçbir savcı doğal ölüm raporu vermez. Risin iç organlara zarar verir, cesedin görünümü doğal olmaz. Risin zehirlenmesinden ölüm 36-72 saat arasında olur. Semptomlar 6 saat civarında başlar. Hastada mide bulantısı kusma, karın ağrısı, idrarda kan, ciğerlerde su birikmesi vs olur. Kişi bu esnada çoktan hastaneye başvurmuştur, evde küt diye ölmez. Risin biyolojik silahtır, eczanede satılmaz. Üretmek için 'know-how' gerekir. Uzaktan bakan bir laborant bir tozu görüp de ‘bu risin’e benziyor’ diyemez. Gerekli araştırmayı yapmadan polisiye yazmamak lazım.
5- Kahrmanlarımızın ilişkisini de hayatın doğal akışına aykırı buldum. Annesi kuran okuyan, bir evin bir kızı; Sivas’ın ilçesinden gelen erkek arkadaşı ile nikahsız şekilde nasıl aynı eve çıkıyor? Hem de ailelerin izniyle! Hem de aileler tanışmamışken?? Türkiye’de sene MS 7800 herhalde.
Ama tüm bu liberal görünen kurguya rağmen, ahlakçı bir bakış açısı da hakim. Çocuk ve kızın gece olunca kendi odalarında AYRI yattıkları da özellikle vurgulanıyor. Ahlakçı bakış, gençlerin akşam sekizden sonra eğlenmelerinde de kendisini gösteriyor. Gençlerimiz nargile içiyor ama asla alkol almıyorlar kitap boyunca.
6- Kitapla ilgili hoşlandığım şey, Metallica'nın 'The Day That Never Comes' klibine benzemesi. Sürekli bir ‘şimdi bir şey olacak’ hissi var, insan geriliyor ama bir türlü bir şey olmuyor. Böylece insan daha çok geriliyor. Yazar bunu amaçlamış mı yoksa şans eseri mi yakalamış, bilmiyorum. Ama yarattığı ambiyans ile yavaş yavaş beni germeyi başardı.
Bu kitap Kristal Kelepçe 2020 adaylarındandır.
Oğuzhan Aslan konusunda makale ve yayınları bulunan, vergi mevzuatı uzmanı bir avukat. Üç Musa onun bu uzmanlığını okura erişilebilir bilgi haline getiren sürükleyici bir polisiye.
Kitaba ismini veren üç Musa’dan ilki, aynı yazar gibi avukat olan Ali Musa. Tam paraya ihtiyaç duyduğu zamanda, Hocası Cengiz’in yönlendirmesiyle, naylon faturacılıktan başı dertte olan bir şirketin vekaletini üstleniyor. Fakat Ali Musa işi yazıhane avukatlığında bırakmıyor ve adeta bir dedektifmişçesine olayı çözmek için memleketi Malatya’ya gidiyor. Malatya aynı zamanda Ali Musa’nın geçmişindeki karakterlerle de tanıştığımız mekân: arasının iyi olmadığı dayısı, hiç görüşmediği babası (ki babası da ikinci Musa olan Ahmet Musa) ve eski aşkı Leyla.
Kitaptaki kadın karakterlerle sorun yaşadığımı itiraf edeyim. Leyla'nın psikolojik durumunu abartılı buldum. Musa'nın odasında karanlıkta sigara içerek bekleyen Hazal ise Amerikan filminden bir sahne gibiydi. Roman boyunca Amerikan polisiyelerinin klişelerini akıllıca eleştiren Oğuzhan, ikinci baskıda Hazal'a bir ayar çekse iyi olabilir.
Roman ilerledikçe, Ali Musa’nın içine düştüğü macera basit bir fatura sahteciliği olmaktan çıkıp teolojik göndermelerle dolu, cemaatlerle ilişkili, büyük bir suça doğru sürüklüyor okuru. Nitekim Ali Musa kendisini kanlı bir cinayetin olay yerinde bulunca, sahneye üçüncü Musa olan Başkomiser Musa giriyor.
Oğuzhan Aslan, Dan Brown ve Glenn Meade gibi yazarların kurgularında gördüğümüz, varlığıyla dinî doktrinleri yalanlayarak maceranın temeline oturan, çoğunlukla roman boyunca iyi-kötü rakip cephelerce ölümüne aranan, gizemli ve antik, kutsal objelerin etrafına örüyor hikâyesini: Meğerse peygamberlerin resimleri varmış ve gizli cemaatler yüzyıllardır bu resimlerin peşindeymiş! Açıkçası ben bu fikri İslami coğrafya için çok yaratıcı buldum.
Lakin peygamberlerin resimlerine ulaşmak için biraz beklememiz gerekecek. Çünkü Üç Musa aslında bir üçlemenin ilk kitabı ve macera İki İsa ile devam edecek. Oğuzhan’ın İki İsa’yı yazmak için elini çabuk tutmasını diliyor ve Kristal Kelepçe 2020 ödülleri arasında en beğenilenler arasına giren tek erkek yazar olması hasebiyle de kendisini tebrik ediyorum.
Yıllar su gibi geçiyor :(
Kitabi nasil okuya bilirim?