Elizabeth Peters Kumsaldaki Timsah ile bizi harika bir atmosfere davet ediyor, karakterler çok renkli, tasvirleri çok başarılı, gözünüzün önünde canlanıyor okurken, böyle güzel bir başlangıcın ardından ben bu kitabı bir çırpıda okurum diye düşünürken nedense böyle olmadı, sonlara doğru ağırlaştı hikaye, yine de yazarın tarzını ve karakterleri çok sevdiğim için serinin kalanını da okuma listeme aldım. Arkeoloji, polisiye özellikle dönem polisiyesi seviyorsanız kitap sizin de hoşunuza gidebilir.
2019 Kristal Kelepçe Yılın Polisiye Romanı ödülü 16 roman içinden Farahnaz'ın Çiçeği'ne gitti. Kitap benim de en beğendiklerimden oldu.
- İlla polis başkomiseri olması gerekmeyen dedektif, benim için yarışa her zaman iki puan önden başlar! Ev kadını Yıldız Alatan'ı çok sevdim.
- Dönemin kamu iktisadi teşebbüslerinde ve kamu kurumlarında çalışan aile bireylerim var. Bu kurumların o dönemlerde çalışanlarına sundukları imkanları biliyorum. Bu kurumlar o dönemlerde bütünüyle bir sosyal yaşantı modeli oluşturma çabası içindeydiler. Dolayısıyla Zonguldak'taki dönem yaşantısını yadırgamadım; hatta bazı öğeler bana çok tanıdık geldi. Yaprak Öz bu dönemi ve dönemin yaşantısını çok iyi anlatmış. Okumak bir keyifti.
- Kurgu iyi işlenmişti, detaylar yerine oturdu, sorular cevaplandı. Sadece katili biraz erken anladık.
- İyi bir yerli 'cozy' örneği. Türü sevenler bu romanı sevecektir.
Ben bu İç Anadolu polisiyesini beğendim. Konya ve pavyon hayatı çok iyi yansıtılmış. Karakterler sahiciydi, Türkçesi kuvvetliydi, 'page-turner' idi, sonuna kadar keyifle okudum. Kızıl peruk ve Kesik Çayır türküsü akılda kalıcı öğelerdi.
SPOILER ------
1) Küçükken evlatlık aileye verilen Şirin'in yurttan çıkıp liseye başlayıp Ozan isminde bir çocuğa aşık olmasını hikayenin geri kalanıyla bağdaştıramadım.
2) Şirin'in annesinin otopsi tutanağını okumuş olmasını ve resmini görmesini anladım ama, detaylı bir şekilde kimin az suçlu, kimin çok suçlu olduğunu nasıl öğrendiğini bilemedim.
SPOILER ------
Özetle, Amerikanlaşma tuzağına düşmeyen, 'yerli' ibaresini hak eden bir 'yerli polisiye'.
Başkomiser Galip öldürülen profesör ve karısının katilini ararken, tarikat evlerinde buluyor kendisini.
Kafama takılan iki nokta oldu:
1) Semra haricindeki (Semra'ya gerçek hayatta birisi model olmuş olabilir) kadın karakterlerin kitaptaki davranışları 'hayatın normal akışına uygun' gelmedi. Arzu'nun normal olmadığı zaten ima ediliyor, onu geçtim. Fakat eğitimli, mesleği ve işi olan Fulya'nın, sadece cinsel fantezi için ilişki kurduğu ve kendisinin ne iş yaptığını dahi bilmeyen bir adamla birdenbire ve çaresizce evlenmek istemesi tuhaftı. Esra'nın erkek arkadaşına hiçbir şey söylemeden, polis muhbiri gibi kolundan tutup gizli gizli kafeye getirmesi, keza. Oya'nın acayiplikleri...
2) Sevgili Çağatay Yaşmut'un tarikat konusunu biraz naif (ki bu iyi bir şey :) ) ele aldığını düşündüm: Tarikatçı iş adamının kendi tablosunu asması, polisin başkomiserliğe yükseldiği yıllar boyunca tesbih çekilirken ne dendiğini hiç duymamış olması, dergah hocasının kullandığı dil, dahası kamuya açık alanda rakı içerken yakalanması, dergahın terörden aranan şüpheliyi İstanbul'un göbeğinde saklaması, terörle ilişkili polisler çıkarılırken diğerlerinin olay çıkarması...
Herneyse; bunlar kitaptan alacağınız zevke engel olmayacak. Kitap iyi bir şehir/semt polisiyesi örneği. Kadıköy-Moda taraflarını bilenlerin alacağı keyif artacaktır.
2019 yılı Kristal Kelepçe ödüllerine aday olan Moda Cinayetleri birinciliği Farahnaz'ın Çiçeği'ne kaptırdı ama beğenilenler arasında yerini buldu. Çağatay Yaşmut'un eline sağlık.
Son not: Cinayetin ana kurgusu, Frederick Forsyth'ın 1982 tarihli öykü derlemesine de ismini veren, Türkçe'ye 'Muhteşem Hata' ismiyle tercüme edilen, 'No Comebacks' isimli öyküsünün kurgusu. Harika bir öyküdür, kitap da harika bir derlemedir.
Zamanda ileri-geri gitme konseptini edebiyata sokan ve bunu bir makine ile yaparak 'zaman makinesi' ibaresini dillere kazandıran 1895 tarihli bu novella, kütüphanelerimizin baş köşesini hak ediyor. Fikirleri esinleyenler büyük insanlardır. Özellikle de bilimkurguda.
Gelelim hikayeye: Zamandaki yolculuk pek çok gönderme içeriyor, yine de Eloi ve Morlock'ları ne kadar benimsediğimden emin değilim. Zaman Yolcusu'nun his ve psikolojisini daha derin işleyebilirdi üstat. Uzatmak istememiş herhalde, vardır bir bildiği...
İstanbul'da geçen bir Holmes öyküsü yazmak bir 'challenge'. Gökhan Tosun bence altından iyi kalkmış. Okur ilgiyi kaybetmiyor, sıkılmıyor, detaylar birbirine doğru ve güzel bağlanıyor. İlaveten eski bir İstanbul konağında 'perili köşk' konsepti yakalamış ve Osmanlı devlet entrikalarını da kurguya yedirmiş. Holmes Holmes gibi, Watson Watson gibi davranabiliyor (ki bu dengeyi tutturmak, okurların gönlünde yer edinmiş karakterler için çok zor). Beğendim. Hikayenin BBC Sherlock'un 'Hayalet Gelin / The Abominable Bride' bölümünü fazlaca çağrıştırdığını da söylemek lazım.
Alper Kamu'nun yine sürükleyici bir macerası. Yetişkin düşünce örüntülerine sahip ve yetişkin tepkileri veren 5 yaşındaki Alper'in rahatsız edici olmamasına hâlâ şaşırıyorum. Alper Canıgüz böyle tuhaf bir karakteri dedektif yapmakta ve okura benimsetmekte yine başarısını sürdürüyor. Ümit, annesi, ablaları ve dayısından oluşan tuhaf ailenin öldürülmüş çocuğu Mehmet'in katilini arıyor Alper. Bir de Amcasının eski aşk hikayelerine dalıyor. Başını da derde sokuyor elbette. Keyifle okudum.
Bu arada kapak arkasında 'çocuklar çiçektir' yazmasalar, 'Cehennem Çiçeği' ismini anlamayacaktım, kitabın isminin hikaye ile ilgisini kurmaya çalıştım nafile...