Franz Eberhoferle tanışın. Sadece onunla da değil, emekli hippi babası Papa Franz, çok güzel yemekler yapan ama az işiten Oma(babaannesi) Eberhofer, bir dargın bir barışık olduğu kız arkadaşı Susi, kendini beğenmiş zengin kardeşi Leopold ve onun Taylandlı eşi Chi Le, kızgın amiri şef Moratschek ve kasabadan arkadaşları Flötzinger, Simmerl ve diğerleri. Hepsi birlikte hayali Bavyera kasabası Niederkaltenkirchen’de yaşarlar. Kasaba’da meydana gelen cinayetler adeta imece usulü çözülürken bol komedili bir anlatım da buna eşlik eder. Kitap başlıklarının hepsi alman mutfağının leziz! yemeklerinin ismini taşıyan has bavyeralı yazar Rita Falk'ın Eberhofer serisi, şu anda 13.cü kitaba ulaşmış durumda. Bizde ise maalesef üç romanda kaldı☹
Polisiye kültürünün kazanılmasında yayınevlerinin uzun soluklu seri basan yayınevlerinin önemli yeri vardır. İşte bu tarz bir yayınevi de 70lerdeki Milliyet Kara Dizi serisi olmuştur. Bu seri içinde, kimyaptı’dan (whodunit) hardboiled’a, casustan korkuya kadar bir sürü isim ilk defa Türkiyeli okurun karşısına çıkmış, bu isimlerden çoğunun günümüze kadar -maalesef- başka eserinin çevrilmesi mümkün olamamıştır. İşte bu seri içinde beni en çok etkileyen romanlardan birisi Fransız yazar Charles Exbrayat’ın “Rahat Uyu Katrin”idir., Yıllar önce kırık bir aşk macerası yüzünden üniversite okuduğu Heidelberg’i terketmek zorunda kalan, Stuttgart Cinayet masası müfettişlerinden Kurt Possberg’in, bir cinayet soruşturması nedeniyle geri döndüğü Heidelberg’de bir yandan eski sevgilisinin de dahil olduğu çevre ile ilişkileri bir yandan da öldürülen Katrin’in katilini bulma çalışmalarını sürekleyici bir dille anlatır Exbrayat…
Doğrusu ya Serbes’in Behzat Ç.sini okuduktan sonra dizideki Erdal Beşikçioğlunu hiç bu role yakıştıramamıştım. Çünkü benim görüşüme göre romandaki Behzat Ç.m ne öyle asi serseri imajlı, ne de böyle koydu mu oturtan, amirlerine rest çeken bir tipleme değil, bayağı bildiğin kavruk bir Anadolu insanı, memur sınıfı içinde alt bir tür olarak adlandırabileceğimiz “ angara memuru” bir adamdı. O yüzden diziye ısınmam bayağı zaman aldı. Romana gelince, roman buram buram Angara konan, Angara’ya özgü o karayı (ki iletişim yayınları romanı bir An-kara polisiyesi olarak lanse etmişti) iliklerinizde hissedeceğiniz, yerli ama asla milli olmayan, polisiye edebiyat tarihimizde önemli bir yere sahip bir eserdir.
Gerçek bir Altın çağ polisiyesi, kapalı oda/imkansız cinayet romanlarının üstadı John Dickson Carr aka Carter Dickson’dan gotik atmosferi, kurgusu, mizahı ile tam bir cozy şaheseri…
Celil Oker kanımca Türkiye’de modern dönemin en önemli polisiye roman yazarıdır. Oker, daha Türkiye’de dedektiflik kurumu yokken, eski THY pilotu, yeni dedektif Remzi Ünal tiplemesini polisiye dünyamıza sokarak yarattığı seri ile belli bir “kaliteyi” sürdürmeyi başardı. Seride Oker, başarılı entrikaları, mekan anlatımındaki özen, karakter yaratımındaki gerçeklik, siyasi ve toplumsal meseleleri de değinen olay örgüsü ile günümüze kadar gelen dönemde dahil olmak üzere hard boiled türünün en önemli yerli örneğini vermiş oldu.
Polisiyede mizah unsurunu her zaman önemsemişimdir. Belki de bunun sebebini, -benim gibi iflah olmaz bir polisiyesever olan Salah Birsel’in bir yerlerde dediği gibi- bize polisiyeyi sevdiren Anglasakson örneklerin çoğunda az ya da çok “humour” olmasında aramak gerekir. İşte -her ne kadar Anglosakson olmasa da- İspanyol edebiyatının anlı şanlı yazarlarından olan Eduardo Mendoza’nın (anti) kahramanı akıl hastanesinde kalan isimsiz bir hasta olan beş romanlık serisi, bir yandan mizahi olanla siyasi olanı birleştirip, hard-boiled ile dalga geçen başarılı bir parodi ortaya koyarken bir yandan da polisiyenin olmazsa olmazlarından olan “muamma” unsurunu roman boyunca elde tutmayı başarıyor. Serinin üçüncü ve beşinci romanı -maalesef- henüz dilimize çevrilmedi...
Polisiye romanın önemli alt türlerinden biri olan tarihi polisiyeler son yıllarda oldukça okur buluyor. Değişik dönemlerde, farklı kültürlerden kahramanların maceralarını okurken döneme ilişkin bilmediğin birçok bilgiye de ulaşmış oluyorsun. İşte, Lindsey Waters’ın yazdığı, antik Roma’da geçen ve kahramanı bir bilgi toplayıcı(delator) olan Marcus Didius Falco’nun maceraları bu türün kanımca bizim dilimize çevrilmiş en iyi örneklerinden biridir.
Her ne kadar sonradan çok semtine uğramasam da şunu kabul etmeliyiz ki 60 sonrası doğan polisiyesever kuşaklar olarak hepimiz Agatha Teyze’nin ve de Altın Kitaplar’ın rahle-i tedrisatından geçtik… AC’nin her kitabı birbiriden değişik “bilmeceler”le(puzzle) bizleri -yüksek edebiyat severlerinin o kullanmayı çok sevdiği ve güya biz popüler edebiyat severleri aşağılayan tabirle- gerçeklerden kaçırırdı. . Tabiki kahramanları arasında “the one and only” Hercule Poirot’nun yeri ayrıydı. Poirot’nun bu macerası aynı zamanda AC’nin kurgusu ile en dikkat çekici eserlerinden biridir.
A Bullet For Fidel (1965)
Run, Spy, Run (1964)
Checkmate in Rio (1964)
The China Doll (1964)
Bu site kitap tanıtımı için vardır.
Kitap indirmek için üye oldum. Nerde?
Everybody Had A Gun
Shell Scott
Gülten Suveren
Bu öyküde her şey var: afaroz edilmiş bir orta çağ şövalyesinin lanetlenmiş sülalesi, gizli geçitleri olan bir malikane, sırlarla dolu bir mezar odası, nerede olduğu belirsiz bir varis, çılgın bir gizli hazine, flörtleşmeler, cinayetler, insanlar üzerinde yapılan korkunç deneyler, hırsız yetkinliklerini haiz bir detektif, 'police-procedural' tarzı gizem ve yedi kilitli bir kapı. Daha başka ne isteriz?
Okuması son derece eğlenceli bir gizem/korku öyküsü. İki yıldızı kestim çünkü Dr. Staletti'nin deneyleriyle ilgili kısımların doğaüstüne kaçan taraflarını abartılı buldum.
OSS 117 n'est pas mort
Assignment Moon Girl
Contact impossible