Kitabı Storytel'de dinlemeye başladığımda arka arkaya duyduğum çok sayıdaki Çince isimden korktum. Dedim, ben bu kitaptan bir şey anlayamayacağım, herhalde bitiremeyeceğim. Fakat hiç öyle olmadı. Meğerse ustaca yazılmış, yağ gibi okunan bir kitapmış.
Ölüm İlanı, gittikçe yükselen bir tempoya sahip bir dedektif/gerilim romanı. Efsanevi polis komiseri Zheng Haoming'in evinde ölü bulunmasıyla başlıyor. Bu cinayet 18 yıl önce işlenmiş başka cinayetlerin dosyasını gün yüzüne çıkartıyor. Polis akademisinin bir erkek bir kadın iki öğrencisinin vahşice öldürüldüğü geçmiş olayda adı geçen intikamcı "Eumenides" geri dönmüş. Adalet tarafından cezalandırılamayan birkaç kurban, aldıkları ölüm ilanını müteakiben Eumenides tarafından gündüz gözüne ortalık yerde öldürülüyor. Komiser Han Hao, başka bir polis bölgesinden suçların işlendiği bölgeye geliyor ve olayı araştıran ekipte yer almaya gönüllü oluyor. Meğerse kendisi de 18 yıl önce işlenen cinayetlerin şahidiymiş, kurbanlarla yakın ilişkisi var imiş... Hadi bakalım.
İyi bir 'police procedural' ve gerilim romanı olmuş. Gerçi ben daha fazla yerel öğeler bekliyordum (umuyordum). İçindeki Çince isimleri ve yer isimlerini değiştirsek bir Amerikan romanı olurdu gayet. Nitekim kurgu da tam bir Amerikan aksiyon kurgusu.
Kitap çok sayıda açığa çıkarılan gerçek ve çok sayıda aksiyondan ve hatta bir saatli bombadan sonra benim için tatmin edici bir son ile bitti. Bir üçlemenin ilk kitabını okuyormuşum gibi hissetmedim. Hatta bu kitabın bir üçlemenin parçası olduğunu yorumunu yazacağımda fark ettim. (
Trafik kazasında hafızasını kaybeden bir babanın kaybettiği anılarını arama yolculuğu, aile bireylerinin gözünden aktarılıyor bizlere. Baba ve oğullar olayı araştırdıkça belli şeyler öğreniyoruz. Ancak burada spoiler'lık bir durum yok. Zira kitabın başından itibaren kitap bize Salih Bey'in kim olduğunu zaten sezdiriyor.
Ülkücülükten istihbarata geçmiş, yıllar içerisinde verdiği hizmetlerle teşkilatta yükselmiş Salih Bey, aslında son derece sevgisiz ve zorba bir babaymış. Hafızasını kaybettikten sonra empati yüklü bir adam olmaya başlamasını yadırgadığımı itiraf edeceğim. Zira insan hafızasını kaybedince karakter niye değişsin, anlamadım. Birisi hard disk, öbürü işletim sistemi; hard diskteki veriler silindi diye Windows'un kodu değişmez ki :) Ama doktor değilim; belki de değişiyordur.
Emekli olduktan sonra Barnabas İncili olarak bilinen bir tarihi eserin peşine düştüğü anlaşılan Salih Bey'in, bu eseri ele geçirmek isteyen, yoldan çıkmış başka bir istihbaratçı olan Zeki'nin tehdidi altında olduğu anlaşılıyor. Kitabın en sonunda aile, Zeki'yi ifşa etmeye girişiyor, kendilerini ifşa etme pahasına.
Kendi içinde politik sorgulamaları olan bir aile dramı.
Aile ilişkilerini çözümleme bakımından Mahir Ünsal Eriş'in tarzını Nermin Yıldırım'a benzettim. Ama iki bakımdan Nermin Yıldırım'ı daha başarılı bulduğumu belirteyim: İlki, Salih Bey'in etrafıyla ilişkilerinin analizindeki tekrarlar. Kitap uzun süre konuya giremedi. İkincisi, Nermin Yıldırım'ın eksiksiz ele aldığı aile dinamiğinde (çünkü ailede bir kedi bile tüm ilişkileri etkileyebilir, aile tüm bireyleriyle, ko-entegre bir bütün) Mahir Ünsal Eriş'in kasıtlı olarak öykü dışı tuttuğu bireyler var. İki erkek kardeşin eşlerinin öyküde esamesi bile okunmuyor, sanki hiç var olmamışlar gibi bir tavır var. Aile telefonlarını atıp bir minibüse doluşup kaçtığında, minibüs koltuk düzeninde bile yoklar bu anneler! Halbuki iki gelin bütün ailenin dinamiğini tepetakla edebilecek kadar güçlü öğeler olmalıydı. En başta kendi ebeveynlerini bırakıp gitmek istemeyecek ve kocalarıyla çocuklarının da bu şekilde ayrılmasına müsaade etmeyeceklerdi. Belki de bu yüzden Eriş onları öyküden uzak tutmuş, kurguyu bozmasınlar diye :)
Bu kitap 2023 Kristal Kelepçe'ye aday olarak gönderilmişti ama sonra yarışmadan çekildi. Yarışmaya aday olduğunu bilmeden okusaydım ve "bu kitap polisiye mi" diye sorulsaydı, cevap için tereddüt ederdim.
Uzun uzun yazdığıma bakmayın, büyük resimde iyi yazılmış, kuvvetli bir kitap. Mahir Ünsal Eriş de usta bir kalem. Ben Storytel'de dinledim. En başta zaten sesli tefrika olarak yayınlanmış, sonra kitaplaştırılmış. Dinlemek isteyenlere öneririm.
Amanvermez Avni'nin ilk macerası. Elbette daha önce Türkiye Türkçesiyle okumuştum. Tarihi bakımdan kıymeti büyük olmakla birlikte matah bir polisiye sayılmaz. Kurgu yüzeysel, katil belli, polis nedense işi uzatıp gereksiz ve tehlikeli aksiyonlara giriyor. İki kere ölüm tehlikesi atlatıyor, çırağı fena halde yaralanıyor. Osmanlı'nın Şerlok Holms'ü derken, doğru. Çünkü Ebusüreyya Sami fazlaca öykünmüş Doyle'a. Avni sürekli tebdil-i kıyafet içinde. Gün içinde bir Acem oluyor, bir Frenk. Bir fırıncı oluyor, odun kesiyor, bir falcı bacı olup kerhane kızlarına fala gidiyor. İnsanları polis olarak sorguya çekse çözüme üç kat hızlı ulaşacaktı :)
Ustaların Türkçesiyle serisinden okuduğum ikinci Simenon. Tahsin Yücel'in Türkçesiyle. Girişinde de Esmahan Aykol'un bir önsözü var.
Tahsin Yücel'in Türkçesi, Sait Faik Türkçesi kadar farklı bir okuma deneyimi sunmadı. Yine de bazı enteresan kullanımlar var; misal 'hareket' yerine mutlaka 'devinim' kullanmış. Okuması çok keyifli.
Simenon'a gelirsek; aynı 'Yaşamak Hırsı'nda olduğu üzere yaşadığı aile hayatına birden yabancılaşan ve daha maceralı, suça yakın bir hayata ilgi duymaya başlayan bir adamın hikayesi. Önsöze bakarsak Kaçak, kendisinden sonra yazılacak olan Yaşamak Hırsı'na yol yapıyormuş. Amma velakin bence Kaçak, hem adamın hayatına yabancılaşıvermesine dair gerekçe (lisede Almanca öğretmeni olarak çalışan iki çocuklu J.P.G. geçmişinden bir figürü (Mado) görünce, yıllar önce kimlik değiştirerek kaçtığı suç dolu hayatını hatırlıyor) hem de yabancılaşma süreci bakımından çok daha doğal ve gerçekçi. Simenon deneyimi açısından değerlendirdiğimizde, page-turner olmayan, polisiye de olmayan, neticede favori olmaktan uzak bir roman. Yine de okuma deneyimi açısından keyifli.
Çok iyi yazılmış bir roman. Storytel'de Gerard Doyle'un İrlanda aksanıyla seslendirmesiyle dinledim, tadından yenmedi.
80'li yılların kaotik politik ortamında, Kuzey İrlanda'da geçiyor. Protestan İngiliz Kraliyet polis teşkilatında dedektiflik yapan Katolik İrlanda asıllı Sean Duffy, muhtemel bir MI5 komplosuyla görevden alınır. Şimdi MI5 onu göreve iade etmek için Dermut McCann'ın yerini bulmasını istemektedir. McCann IRA bombacısı olmasının yanı sıra, Duffy'nin eski okul arkadaşıdır.
Duffy hiçbirisinin konuşmayacağını bile bile McCann'in eski aile üyeleriyle görüşmeye başlar. Bir tanesi, dört yıl önce öldürülen kızının intikamını almayı istemektedir. Kızının katilini bulması karşılığında McCann'in yerini söylemeyi kabul eder. Dört yıl önce işlenmiş bu cinayet ise tam bir kapalı oda gizemidir.
McKinty bize tek bir roman içinde tüm polisiye janrlarını bir arada sunuyor: Altın-çağ kapalı oda gizemi, kara romanlardan fırlamış, alkole düşkün depresif dedektif tiplemesi, soğuk savaş dönemi İngiliz casus romanı kurgusu, Amerikan tarzı operasyon-baskın-bomba-silah-çatışma aksiyonu. McKinty bunların hepsini, okuru rahatsız etmeden doğal bir örgü içinde bize sunuyor. Sevmeyelim de ne yapalım bu kitabı?
Bu benim okuduğum ilk Sean Duffy romanı. Seride üçüncüymüş. Önceki ikisini okumamış olmak hiç eksik hissettirmedi.
Sadece kitabın isminin neye gönderme olduğunu anlayamadım. Ne İngilizcesini ne Türkçesini...
Gaston Leroux ' nun Sarı Odanın gizemi adlı Romanı Dedektif romanlarının öncüsü olan iki büyük yazar Edgar Allan Poe ve Sir Arthur Conan Doyle tarafından takdirle karşılanmış bir romandır. Her zaman beğenerek okurum. Agatha Christie Hayatım adlı Otobiyografi eserinde ; Sarı Odanın gizemi adlı Romanı okuduktan sonra Polisiye Roman yazmaya karar verdiğini yazmıştır.
daha önce yayınladıkları kitabın adını değiştirip tekrar basmışlar
Murat Menteş okumayı seviyorum. Kelimeler nimettir, nimetle oyun olmaz demişti. Fakat 'kelime oyunu' tabirini kullanmadan da Murat Menteş'in edebiyatını nasıl ifade edeceğiz bilemiyorum.
Başkahraman Marco Montes Titanik adlı bir gemidedir ve hafızasını kayetmiştir. Gemiyi yaptıran Rus işadamının kızıyla nişanlı olduğunu öğrenir ancak aslında Şifa Şevk isimli şarkıcıyı sevdiğinin farkına varmıştır. Halbuki Şifa, Refik Risk’i sevdiğini söylemektedir. Gizlice Refik’in Şifa’ya yazdığı mektupları çalar. Fakat Refik de aslında Taha Tahir'dir. İşin içine silah, işlenip işlenmediği belli olmayan bir cinayet ve Avni Vav, Dr. Akula gibi başka karakterler karışır.
SPOILER neticede Igor Jaguar’ın yaşlanmayan ve doğal nedenlerle ölmeyen insanlar yaratmaya çabaladığını anlarız. Titanik gemisi gençleştirme için kullanılıyordur. SPOILER
Antika Titanik Menteş'in önceki tüm romanlarına göndermelerle dolu. Ruhi Mücerret'in şahsına ve yan karakterlerine de göndermeler var. Antika Titanik de bildiğiniz Murat Menteş metinlerinden. Ve fakat benim favorim Ruhi Mücerret idi, bunu okuduktan sonra da değişmedi.
Okuduğum ilk Cenk Çalışır kitabıydı. İçinde 15 öykü var. Öncesinde ilk kitabı okumuş olmayı gerektirmiyor. Öykülerin bazıları daha önce 221B ve Dedektif Dergi'de yayınlanmış. Birbirini tekrarlamayan farklı konular var.
En sevdiklerim Eniştemi Neden Öldürdüm, Leke ve Hudut oldu. İkiz Kardeşler ise sanırım grubun içinde bana en hitap etmeyen öykü oldu.
Severek okudum.
Bu kitap 2021 Kristal Kelepçe adayıdır.
Ben bu kitabı çok sevdim. Büyük zevk alarak okuduğum kitaplardan birisi oldu.
Öncelikle çok iyi yazılmış bir kitap olduğunu söylemek lazım. Kesinlikle iyi edebiyat. Çok iyi gözlemler, harika karakter analizleri... İkincisi, harika bir atmosfer yaratılmış. Şehir dışındaki sanayi bölgesinde metal müzik severlerin mesken tuttuğu bir köycük olan 'Merkez' inanılmaz güzel anlatılmış.
'Gündüz memur gece hırt' olarak niteleyebileceğimiz Harun karakteri, gündüzleri bir 'beyaz yakalı' hayatı sürdürüyor, akşamları metalci olup Merkez'de takılıyor. Merkez bambaşka bir dünya, ama aslında 90'larda genç olmuş ve metal dinlemiş herkes için bir o kadar da tanıdık. Merkez'de tuhaf şeyler oluyor, müzisyenler kayboluyor, ölüyor, toplu intiharlar vs. var. Harun pek de istemeyerek de olsa dedektifliğe başlıyor. Merkez'e sızdığı düşünülen bir 'sivil' de var merak ettiğimiz. Böylece olaylar gelişiyor.
Romanın doğa üstü öğeleri sürekli okurla birlikte. En başta anlatıcılarımızın Merkez'de intihar etmiş iki gencin ruhları olması gibi bir durum var.
Kitabın sonundaki 'Bilmeyenler İçin Bilinen Tüm Metal Grupları' kısmı ve forumda yapılan atışmalar beni çok eğlendirdi. Ha, bu öykünün geçtiği zamanda insanların birbirini etiketlediği böyle twitter tarzı forumlar ve bu kadar yaygın cep telefonu kullanımı yoktu ya, neyse. Bu zaman karmaşası özellikle mi yapılmıştı, yoksa araya yanlışlıkla mı karışmıştı bilemiyorum doğrusu.
Nitekim kitapla ilgili tek eleştirim bu olacak. Doğaüstü ile doğal arasındaki denge gidiyor geliyor, kafa karıştırıyor. Yanlış anlaşılmasın, ben hibrit türleri severim. Doğa üstü ile polisiye de pekala bir arada olabilir. Ancak her ikisi de kendisine yaşam alanı bulmalı. Romanın sonunu tam olarak oturtamadım, işin polisiye tarafında bazı sorularımız cevapsız kaldı. Tam da bu yüzden bir polisiye yarışmasını kazanması mümkün olamayacaktı maalesef.
Ama polisiyeyi bir kenara bırakırsak, çok deneysel, çok iyi yazılmış ve çok eğlenceli bir kitap. Farklı bir şeyler okumak istiyorum, o dönemleri de yad edeceğim diyen herkese şiddetle öneririm.