Öyküde gizem ve ana kahramanın olmaması temel ve büyük problemler. Öykü olaylara odaklandığı için kitabın %80'i haber okuyormuşuz gibiydi. Polisler figürandı. Olayı çözeceğine dair umut besleyebileceğimiz bir ana dedektif karakteri (sleuth) yoktu. Peki, polisleri niye okuduk? Polisiyede eksik kalmasın diye polis katılmış hissi yaratıyor. Ana kahraman olması gereken Bora, Seray, Aykut figürandan öteye geçemediler.
Fikir klişe. Kadına şiddet ve tacize uğramışların/uğramışlar adına intikam cinayetleri konusunu artık Kızılay sokakta dağıtacak. Adaletten kaçanların cezalandırıldığı en başından belliydi ama teknik olarak bu kadar büyük bir operasyonu da ancak bir devletin istihbarat teşkilatı yapabilir. İki adam, bir cip ve para bulmuş bir adamla zor...
Ayrıca adalette de problemler var. Profesörün oğlu olayında evdeki diğer çocuklar niye öldürüldü? Zengin çocuğu olmak cezalandırılması gereken bir şey mi? Aklımda deli sorular...
Anlatım bozuklukları ve yazım yanlışları var; bazı örnekler: 'Bora Bey’in 'bey'i küçük. “Bizim kültürümüzde oryantalizm” (bizim kültürümüzde oryantalizm olmaz, oryantalizm batı kültürünün doğuya yüzeysel bakışıdır, orient biziz :) ), “kalp krizinden öldüğünü görünce önce kadını sonra adamı öldürmüş” (adam zaten kalp krizinden ölmüştü, ölüyü mü öldürdü?), “… serbest kalmasını sağlayan adaleti sağlamaya çalıştım” (eleştirilen adalet ile sağlanmaya çalışılan adalet aynı kavram değiller tek nesne ile ifade edilemez) gibi.
Özetle, okuma zevki vermedi. Kapağı da beğenmedim.
Bu kitap 2023 yılı Kristal Kelepçe Yılın Polisiye Romanı adayıdır.
14. sayfaya kadar, uçakla terörist saldırısı, Rotschield’lar, Area 51, Vatikan, Barnabas İncili dahil her şeyi gördük. Rotschield Türkmüş bu arada. Kitabın devamında karakterler tabuttan canlanıp boyut değiştirdiler, Sümerler dönemine gittiler. Uzaylılar, ufolar, Mısır piramitleri, Nuh’un gemisi, Sirius yıldızı… Uğur Çivi tüm tuşlara aynı anda basmış :)
-de -da -mi ekleri yazım hataları, büyük harflerin yanlış kullanımları, “dimi?” gibi yazım yanlışları çok sayıda maalesef.
“Erkeksen kadına vurma bana vur” gibi maço edebiyatı olmasa iyiydi. Türk şaman ayininde kadın bulunmasının yasak olması??? (Dipnot: Türk pagan kültürü anaerkil öğeler içeren dünyadaki önemli kültürlerden birisi, kadın şamanlar var.) Dahası kadın ajanımız o kadar iyi ki erkek seviyesine erişmiş iyilikten: “Bana kadın olarak bakmaktan vazgeç” diyor. Üzdü.
Yarışma açısından bir diğer temel konu, kitabın polisiye olmaması.
Benzer romanlar yarışmada çok okuduk, benzerlerine üstün gelen yönlerini yazayım:
A) Senaryo gibi yazılmamış, betimlemeler, anlatımlar ve diyaloglar dengeli tutulmuş.
B) Bir serinin ikincisi olmasına ragmen ilkini okuma zorunluluğu getirmiyor, ikinci roman olduğu anlaşılmıyor. Bu büyük artı!
C) Fantazya öğeleri de içerse kendi evreninde başı sonu olan kendi içinde tutarlı bir kurguya sahip.
Uğur Çivi Türkçe'ye biraz daha dikkat etse ve klişelerden uzaklaşsa, iyi işler yapabilir.
Bu kitap 2023 Kristal Kelepçe Yılın Polisiye Romanı adayıdır.
Talat ismindeki müzakere komiserinin kendi ağzından anlatılan kısımlar ile tanrı anlatıcının anlattığı kısımlar var. Veritas olarak anılan cinayet büro komiseri, işkence edilerek öldürülmüş ve ritüel cinayeti olduğunu düşündüren cinayetleri araştırıyor, bu kısımlar tanrı anlatıcı gözünden yazılıyor. Neticede Talat'ın geçmişini ilgilendiren bir cinayet silsilesi olduğunu anlıyoruz. Talat'ın çocukluk travmaları, hatırlamayamadığı şeyler, gördüğü halüsinasyonlar hep bu cinayetlerle ilgiliymiş gibi. Neticete Talat ve Veritas'ın yolları kesişiyor. Önceki romandan da karakterler var.
Samimi görüşlerimdir:
(-) Çağlayan Babacan'ın karakterleri o kadar aşırı yakışıklı, bilgili, yetenekli, akıllı ve ukala oluyorlar ki; ister iyi ister kötü karakter olsun, bu karakterleri samimi bulamıyorum ve benimseyemiyorum.
(-) Kitap yazarken araştırma yapan ve okura bilgi veren yazarları severim. Çağlayan Babacan da bu yönüyle göz dolduruyor. Ancak her şeyin fazlası zarar. Kitapta, kaç karakter varsa, sokaktan geçen adam dahil, hepsi Vikipedi makalesi gibi konuşuyor :) Tek bir karakter yok ki bize elinde tuttuğu nesneyle ilgili bir anekdot anlatmasın. Sadece karakterler değil, tanrı anlatıcı da bunu yapıyor. Herkesin her şeyi çok fazla bilmesi doğal bir durum olmadığı için bu durum kitabın doğallığından götürüyor kanaatindeyim.
(-) Çağlayan Babacan Türkçeyi iyi kullanan bir yazar olmasına rağmen; nasıl olduysa bu kitapta çok fazla sayıda hata var. Neredeyse her iki sayfada bir yazım yanlışı, -de -da eki yazım hatası, ek yanlışı dolayısıyla meydana gelmiş özne/nesne/eylem uyumsuzluğu, cümle düşüklüğü, 'tabii' yazımında hata, virgülün yanlış kullanımı vs. mevcut. İzleyen baskılarda iyi bir redaksiyon öneririm.
(+) Kurguya ilişkin tüm soruların cevaplandığı sürükleyici bir polisiye olmuş. Aksiyon severleri de tatmin edecektir.
(+) Talat'tan karakter olarak hoşlanmamama rağmen hazırcevaplığını sevdim. Kitaba eğlence katıyor. Çok iyi esprileri var.
(+) Çağlayan Babacan akıllıca benzetmelerle metne hareket katmış. İşin kurgusuna boğulmayıp okura okuma zevki vermeye yönelik çabası önemli. Bunu maalesef her aday romanda göremiyoruz. İşin edebiyat kısmını göz ardı etmemesi bakımından kendisine teşekkürü borç bilirim.
(+) Romanın Mardin'de geçen kısımlarını çok severek okudum. Yerli polisiye tabirinin hakkını veren, yerlileşme sorunu yaşamayan bir kitap.
Senenin okuması keyifli, iyi adaylarından birisiydi. Türkçe hataları olmasa 4/5 puanlıktı.
Önemli bir klasiği daha aradan çıkarttık şükür.
Boileau-Narcejac Fransız polisiyeciler Pierre Boileau ve Thomas Narcejac'ın kitaplarında kullandıkları müstear isim. 1954 tarihli bu klasiğin gerçek ismi de 'Vertigo' değil, 'Ölüler Arasında'. 1958'de Alfred Hitchcock 'Vertigo' ismiyle sinemaya uyarlayınca kitap da 'Vertigo' olarak bilinir oldu, iyi de oldu. Gizemin psikolojik gerilimle birleştiği gerçek bir klasik.
İkinci Dünya Savaşı yeni alevlenirken eski polis, yeni avukat kahramanımız Roger Flavières eski arkadaşı Gevigne'in yardım isteğini geri çeviremez. Gevigne'nin karısı Madeleine'in bazı tuhaf davranışları vardır. Madeleine, kendi yaşındayken intihar ederek ölen büyük büyük teyzesi Pauline Lagerlac'ın ruhunun içinde olduğuna inanmakta ve kendisi de intihara eğilim göstermektedir. Gevigne işlerinin yoğunluğu nedeniyle Flavières'den karısına göz kulak olmasını ister.
Flavières'in vertigosu (yükseklik korkusu) vardır ve bu yüzden geçmişinde başka bir polisin ölümünü önleyemediği için suçluluk duymaktadır. Polislikten de o yüzden ayrılmıştır. (Hollywood'dan önce 'travmatik geçmişli, kendisini suçlayan alkolik polis' temasının kullanılmadığını sanmanız beni üzer. Nitekim Hollywood da bu temaları bu klasiklerden öğrendi.)
Flavières takip ettiği Madeleine nehre atlayıp intihar etmeye kalkınca onu kurtarmak zorunda kalır ve kadınla tanışmış olur. Kocasının da rızasıyla kadınla arkadaşlık etmeye başlar. İşleri çıkmaza sokacak şekile kadına aşık olacağını bilmem söylememe gerek var mı?
Bir gün Madeleine daha önceki hayatında orada bulunduğuna inandığı küçük bir kasabaya götürür kahramanımızı. Kilisenin çan kulesine tırmanmaya başlar, bizimki de peşinden. Fakat bizimki yüksekten korkuyor... Kadına yetişemez, kadın kendisini kuleden aşağıya atar. Kahramanımız çok da kahramanca olmayan bir şekilde olay yerinden topuklar ve Paris'e kaçar. Gevigne'e karısının intiharına şahit olduğunu anlatmaz. Gevigne, karısının ölümü yüzünden polis tarafından sorguya çekilir. Daha sonra da Alman istilasında ölür.
Savaş bittiğinde Paris'e dönen Flavières halen suçluluk hissetmekte ve halen Madeleine'in aşkıyla yanmaktadır. Bir gün sinemada kadının yüzünü bir reklamda görür. Sorar, soruşturur ve reklamda oynayan aktrisi bulur. Kadın her ne kadar Renée Sourange isminde farklı bir kişi olduğunu söyleyip dursa da; bizimki onun Madeleine olduğundan emindir. Kadın gel zaman git zaman bizimkinin metresi olur. Flavières onun Madeleine gibi giyinmesini, Madeleine gibi davranmasını istemektedir.
Bu noktadan sonrası fena spolier oluyor, böyle bir polisiye klasiğinde size kıyamam. Sonundaki önemli 'twist' ile olayın hiç de doğaüstü olmadığını ve Flavières'in fena halde oyuna geldiğini anlarız. Depresif ve melankolik bir atmosferde şahane bir gizem!
Önemli bir klasiği daha aradan çıkarttık şükür.
Şeytanın bebeğine hamile kalan Rosemary'nin öyküsünü bilmeyen yoktur (spoiler'lar zaman aşımına uğradı):
Rosemary ve ün kazanmaya çalışan aktör kocası Guy New York'ta karanlık tarihe sahip gotik bir apartmana taşınırlar. Yaşlı ve fazla girişken çift Minnie ve Roman Castevet ile komşu olmuşlardır. Guy'un rakibi bir aktör, bir gün birden bire kör olunca Guy'ın işleri açılır. Bir gece karı koca romantik bir yemek yerlerken Rosemary hastalanır ve bayılır. O gece bir ayinin ortasında olduğuna dair tuhaf bir rüya görür. Herkes çıplaktır. Komşuları kendisini yan daireye taşımaktadırlar. İnsan olmayan, sarı gözlü ve iri bir yaratıkla cinsel ilişkiye girer. Ertesi gün kendisine geldiğinde kocası çok içtiğini ve birlikte olduğunun kendisi olduğunu söyler. Rosemary hamile kalmıştır. Ama kimden?
Rosemary hamileliği boyunca komşularının arkadaşı olan doktora gitmeye ve tuhaf karışımlar içmeye zorlanır. Acılar, ağrılar çeker. Neticede eski bir dostunun kendisine bıraktığı not sayesinde duruma uyanır ve kaçmaya çalışır. Kaçamaz, evde doğuma zorlanır. Doğum sonrasında bebeğinin öldüğü söylenir. Fakat komşular sütünü sağmayı sürdürmektedirler. Bir gün bebek ağlaması duyar ve yan eve baskın verir. Sarı gözlü bebeği oradadır.
1967 tarihli bu korku klasiği, 1968'de Roman Polanski tarafından filme uyarlanmıştı. Bu kitabı filmde Rosemary'i canlandıran Mia Farrow'un sesinden sesli kitap olarak dinledim. Radyo tiyatrosundan eksiği yoktu, fazlası vardı. Tadından yenmedi.
Çok başarılı buldum, sıcak yaz akşamlarını serinletecek kadar güçlü bir kurgu. Filmi yapılmalı.
Diğer 'kilitli oda cinayeti' polisiyelerine de referanslar içeren, önemli bir eser. Japon polisiye klasiklerinin dilimize kazandırılmasına devam edilir umarım.
Orta yaş krizindeki şair Richard Cadogan, bir gece geç saatlere kadar Oxford sokaklarında dolaşırken karanlık bir oyuncakçı dükkânına girer, bir ceset bulur ve kafasına bir darbe alır. Kendine geldiğinde içinde cesetle birlikte oyuncak dükkanı kaybolmuştur. Olayı polise olayı bildirir, ancak kimse ona inanmaz. Gizemi çözmek için kararlı olan Cadogan, arkadaşı edebiyat profesörü ve aynı zamanda amatör dedektif Gervase Fen'den yardım ister ve birlikte cinayet, şantaj ve diğer kötü niyetli faaliyetleri içeren karmaşık ve eğlenceli bir olay örgüsünü açığa çıkarırlar. Kaybolan Oyuncak Dükkanı, klasik dedektif kurgusu öğelerini mizah ve orijinallikle birleştirmesiyle polisiye edebiyatının kült eserlerinden biridir.
Robot serisinin üçüncü kitabı olan Şafağın Robotları’da, Arzlı polis dedektifi Elijah Baley ve insanvari bir robot olan R. Daneel Olivaw, Aurora adlı Uzaycı dünyasına bir cinayeti araştırmak üzere gönderilirler. Kurban, önde gelen bir robotbilimcidir ve şüpheli bir robotdur. Baley, davayı araştırdıkça, insanlar ve robotlar arasındaki karmaşık ilişkiler, insanlar ve Uzaycı dünyaları arasındaki kültürel ve siyasi farklılıklar karşısına çıkar. Büyük Usta Isaac Asimov’un, bir diğer, bilim kurgu ve kim-yaptı türlerini son derece başarılı harmanladığı serisi Karadul Bulmacaları’nı da kaçırmayın.
Polisiye edebiyatının öncül kadın dedektiflerden Kinsey Milhone, Bobby Callahan'ın şüpheli ölümünü araştırmak için yine genç adamın kendisi tarafından işe alınmıştır. Sayesinde fıstık ezmeli ve turşulu sandviç yemeyi sevdiğimiz Kinsey’in ne yazık ki Z’ye ulaşamadan biten Alfabe Serisi’nin en iyi maceralarından biri.
İsveçli yazar Johan Theorin, Öland Dörtlüsü adlı serisinin ilk kitabında gizem, gerilim ve doğaüstü unsurları bir araya getirir. Küçük oğlu Jens'in yirmi yıl önce İsveç'in Öland adasında aniden ortadan kaybolmasıyla yıkılan Julia ve gizemli bir mektupla torununun kaybolmasını tekrar araştırmaya koyulan yaşlı babası Gerlof'un etkileyici ve sürükleyici hikayesi, eleştirmenlerden övgü toplamış ve en iyi İskandinav suç romanına verilen Glass Key ödülü de dahil olmak üzere birçok edebi ödül kazanmıştır.
Block’un en popüler iki tiplemesinden Matthew Scudder yaşam felsefesi ve melankolikliği ile ne kadar karanlık bir tablo çizerse, Bernie Rhodenbarr da o denli eğlencelidir. Kütüphanedeki Hırsız klasik bir İngiliz Polisiyesi atmosferinde, hard-boiled hafiyeliğe öykünen Bernie ile müthiş bir polisiye parodisi olmayı başarır.
Viran Kule - John Dickson Carr
https://www.cinairoman.com/book_prints/16485
John Dickson Carr’ın en iyi eserlerinden biri olarak kabul edilen Viran Kule, ürpertici bir atmosferde geçer. Yanmış bir şatodan geriye kalan yıkık bir kulenin tepesinde duran bir adam sırtından bıçaklanarak öldürülür. Fakat cinayet ancak doğa dışı varlıklar tarafından gerçekleştirilmiş gibi görünmektedir. Çünkü adam bir tarafı nehre bakan tırmanılması imkansız bu kulede yalnızdır ve görgü tanıkları, kapıdan kimsenin girip çıkmadığına yemin ederler. Çözüm her ne kadar imkansız görünse de dahiyane bir detektif ve kilitli oda gizemleri konusunda uzman olan Dr Fell için bu iş bir çocuk oyuncağıdır.
Hollywood teşkilatından dedektif Harry Bosch, genç bir kadının öldürüldüğü dikkat çekici bir davayı araştırırken yolu Bebekçi olarak bilinen bir seri katille kesişir ve onu öldürmek zorunda kalır. Fakat aynı şekilde cinayetler yine de devam eder. Bosch’un Bebekçi diye öldürdüğü adam aslında masum mudur, acaba gerçek katil kimdir? Bosch serisinin bu 3. macerasında sert biraz da huysuz polis dedektifimize alışıyor ve bir daha da bırakamıyoruz. Hatta öyle ki adam sonraki yıllarda bile emeklilikten dönmek zorunda kalmıştır, okuyucudan kaçış yok!
İzlanda'nın soğuk ve kasvetli ortamında geçen romanda yalnız yaşayan, çocuklarıyla sorunlu ve elbette tipik bir İskandinav dedektifi olmanın gerektirdiği üzere alkolik ve depresif Erlendur'un, bir cinayetin ardındaki sırları çözmek için uğraşırken kendi geçmişin hayaletleriyle de mücadele etmesi çarpıcı bir şekilde anlatılır. Kitaptan uyarlanan film Myrin’i de izlemenizi öneririz.
Cordelia Gray, kimsesiz sıradan bir genç kızken başından büyük bir işe kalkışır ve dedektif olmaya karar verir, böylelikle hafiyelik erkeklerin tekelinden çıkar.
Eserlerinde “Kim Yaptı? / İçimizden Biriydi / Yok, Hiç Kimse / Olur mu, Herkes Yaptı!” gibi tüm formülleri işleyen Kraliçe, bu romanıyla çıtayı öylesine yükseltti ki diğer polisiye yazarlarının işini çok zorlaştırdı.
https://drive.google.com/file/d/1FjQ7mOLSdBZTn5xqeA6GM8AfZgdWn0GD/view?usp=sharing
Akba Yayınevi 1969 yayın tarihi
Bu kitap 2023 Kristal Kelepçe Yılın Polisiye Romanı Ödülü adayıdır.
Bir 'police procedural' romanı. Başkomiser Serbülent ve yardımcıları Korkut ile Sadık gece parkta bıçaklanarak öldürülen kasap Mennan’ın katilini arıyorlar. Katil aileden biri mi yoksa mahallede aktif olduğu bilinen uyuşturucu çetesinden birisine mi mensup?
Beni sürükleyen bir roman olmadı. Birkaç sebebi var:
1) Karakterler: Serbülent karakterini antipatik buldum. İnsanları sürekli terslemesi ve özellikle hitaplarda soğuk-mesafeli davranmakta ısrar etmesi, yazar tarafından karaktere boyut kazandırmak amacıyla verilmiş fakat okuru karakterden soğutan özellikler olmuş. Kendisine ısrarla 'Başkomiser' dedirtirken Korkut’la 'baba/oğlum' hitaplarıyla süren ilişkisini yapay ve emniyet teşkilatı için uygunsuz buldum. Diğer polis karakterleri de, geçmişleriyle bize tanıtılmalarına rağmen, karakter olarak benimseyemedik. Bir ‘sert Türk polisi’ doğallığı yakalanmak istenmiş ama bu çaba doğal olmamış. Polisler herkese 'atar-gider' geziyorlar. İnsanların polislerle olan diyalogları da aşırı diklenmek ile tamamen biat etmek arasında zıplıyor.
2) Kurgu: Evet öyküde bir gizem var, katili bulmaya çalışıyoruz ama katili her nedense çok da merak ettirtmedi roman bize. Sonunda da şaşırmadık.
Bunlara rağmen yerli 'police procedural' örnekleri arasında iyilerden biri.
Christie'den tam bir ortaya karışık. Çeşitli dedektifler sahneye giriyor, çıkıyor: Parker Pyne, Hercule Poirot, Harley Quin... Bazı öyküler cinayet, bazıları hırsızlık içeriyor. Aşk öyküleri bile var. Kitap en sevdiğim dedektif olan istatistikçi Parker Pyne'ın bir öyküsüyle başlıyor ama bunun vasat bir öykü olduğunu söylemek lazım. Tüm grup içerisinde en sevdiğim öykü Harlequin Çay Takımı oldu. Cinayet öyküsü olmasının yanı sıra, bazı doğaüstü öğeler de içeriyor öykü.
Ünlü şair Richard Cadogan gecenin bir yarısı bir oyuncakçı dükkanında yaşlıca bir kadının cesedini bulur. Tam o sırada da kafasına vurulur, bayılır. Uyandığı zaman oyuncakçının yerinde bir market vardır ve ceset ortada yoktur. Cadogan üniversiteden eski sınıf arkadaşı olan Gervase Fen'e ulaşır. Fen, Oxford College'de İngilizce bölümünde hoca olmasının yanı sıra, romanımızın da dedektifi oluyor. Okudukça bu suçun son derece eksantrik bir yaşlı kadının yüklüce mirasından dolayı işlendiği anlaşılır. Olayın çeşitli tarafları vardır: genç ve güzel bir kız, bir avukat, bir doktor ve bir hoca. Peki katil hangisi?
Bu kitabı cinairoman.com sitesinin tavsiyesiyle okudum. Konu beni çok heyecanlandırmıştı. Ayrıca bu 1940'lı yılların Oxford'unun harika atmosferinde geçen bir kapalı oda cinayeti. Ama her nedense, kitabı okurken umduğum kadar eğlenmedim, hatta yer yer fena sıkıldım. Kitabın üçte birinden fazlası kovalamacalarla geçiyor. Şehirde kovalamaca, arabayla kovalamaca, kilisede kovalamaca, lunaparkta kovalamaca. Her seferinde bu kovalamacaya kümülatif olarak daha fazla insan ekleniyor: daha çok öğretmenler, öğrenciler, şehir serserileri... En acayip olanı şu ki, polis hiç dahil olmuyor. Crispin sürekli bir şekilde bizi (hem romandaki karakterleri hem de biz okurları) polise ihtiyaçları olmadığı konusunda ikna etmeye çalışıyor. Argümanlar, argümanlar... Maalesef ben ikna olamadım.
Bu kitap 2023 Kristal Kelepçe yılın polisiye romanı ödülü adayıdır.
Aras Gençtürk 2022'de Kristal Kelepçe teşvik ödülünü almıştı. O zaman da sürükleyici ve iyi yazılmış bir kitap vardı. Şimdi de öyle.
Lakin ben ilk kitabı daha çok beğenmiştim. Bu kitapta derin devlet, uluslararası komplo gibi başlayan kurgunun aile bireylerinden alınacak bir intikama dönüşmesini yadırgadım. Epeyce pahalı ve lojistik açıdan mantıklı olmayan bir intikam. İlaveten, pandemi döneminde geçen kitabın pandemiden hiç bahsetmemesi gibi ufak bir nokta dikkatimizi çekti :)
Tercümanlık yapan karakterimiz, simültane tercüme için bir otelde görevlendiriliyor. Kendisiyle temasa geçen ajansın yetkilisiyle romantizm gibi bir ihtimal de var. Fakat kız gece yarısı ortadan kaybolunca işler karışıyor. Oteldeki etkinliği düzenleyenler kim, neyin peşindeler? Derken kendimizi lüks bir tatil köyünde gizlice düzenlenen bir toplantıya sürüklenirken buluyoruz.
Sürüklenme tabiri doğrudur. Zira Aras Gençtürk 'page-turner' yazabiliyor, sürüklüyor. O yüzden sıkılmadan okuyacaksınız.
Kara Kitap ve Yeni Hayat benim için olumlu okuma deneyimleri olmadılar. Ben kitabı sevmesem bile yarıda bırakmam; buna rağmen bu iki kitabı okuyamayıp bırakmıştım. Bilmiyorum, belki de benim için yanlış bir zamandı Orhan Pamuk okumak için.
Benim Adım Kırmızı, tam tersine çok keyifli bir okuma deneyimi sundu bana:
1) Benim de ergenlik çağımda resim yapmışlığım var. Ailemde güzel sanatlarla uğraşan, bunu meslek edinen çoktur. O yüzden Osmanlı'nın nakış ve resim tarihinin bu en civcivli dönemini okumak; mürekkepleri, kıl kalemleri, altın varakları, Hint kâğıtlarını, minyatürlerin betimlemelerini, tarif edilen meclisleri gözümde canlandırmaktan çok zevk aldım.
2) Osmanlı'nın nakış ve resim tarihi, zamanın tüm fiziksel araç-gereciyle, gerçek minyatürlerin gerçek meclisleriyle anlatılıyor. Bunun yanı sıra, İslamiyet'te resmin günah sayılmasına ilişkin tüm tartışma ve düşünceler oya gibi romanda işlenmiş. Resimde üslup sorunu, 'Allah'ın gözünden görme', perspektifi günah sayma, gerçek gibi resmetmeyi (Frenk üstadların usulü) dine küfür görme gibi önemli konular okuru sıkmadan işlenmiş. 'Allah'ın aklındaki at' gibi bazı kavramların Eflatun’un idealar dünyasına ait olduğunu sezdim - doğrudan adı geçmese de. Özetle işin düşünsel tarafını okumak çok hoşuma gitti.
3) Saray'ın nakkaşhanesindeki tezhip ustasının öldürülmesiyle başlayan roman, aynı zamanda polisiye bir kurgu. Padişah'ın çok özel kitap siparişini hazırlayan Enişte Efendi, yeğeni Kara Çelebi'yi İstanbul'a çağırtır. 12 yıl önce zamansız yere Enişte'nin çocuk yaştaki kızı Şekûre'ye aşkını ilan ettiği için evinden kovulan Kara, sevgilisine kavuşma ümidiyle döner. Şekûre'nin kocası savaşta kaybolmuştur, kadın iki oğluyla babasının yanındadır. Enişte Padişah'ın kitabının biritilmesi için Kara'ya görev verir. Kara'nın ikinci görevi ise tezhip ustası Zarif Efendi'yi kimin öldürdüğünü bulmaktır. Nakkaşhane'nin usta nakkaşları Leylek, Zeytin ve Kelebek de elimizdeki şüphelilerdir. Neticede Kara katili bulmadan Şekûre'ye kavuşamayacağı için polisiye soruştumaya başlar.
Zamanında polisiye okuma grubunda okunmuştu bu kitap, ben okumamıştım. Kısmet bugüneymiş.
İyi bir okuma deneyimi oldu benim için.
Bu kitap 2023 Kristal Kelepçe Yılın Polisiye Romanı adayıdır.
Cuma Polat’ın Gaziantep’te geçen ve Atmaca Komiser’li ikinci romanı. İlkini de Kristal Kelepçe için okumuş ve çok sevmiştim. “True Detective ilk sezon gibi roman yazmış adam”, demiştim. İkinci romanı da zevkle okudum fakat ilk roman kadar etkileyici bulmadım.
Kitabın Hurufilerin halifesi kabul edilen Nesimi zamanında geçen kesitleri öyküye renk katıyor.
Hurufilere zamanında yapılan eziyetlerin intikamını almak isteyen bir seri katil eziyet ederek cinayetler işliyor ve ebced hesabıyla anlamlı hale gelen mesajlar bırakmaktan geri durmuyor.
Antep’in tarihi han ve camilerini dekor alan hoş bir Anadolu polisiyesi olmuş. Çeşitli karakterlerden çeşitli bilgiler ediniyoruz ve bu bilgilerin miktarı tam ayarında.
Sonraki baskıya naçizane notlarım: Gereği olmayan dipnotlar, bayağı ve tabii sözcüklerinin yazımındaki yanlışlar, ‘Etekleri zil çalıyor’ gibi deyimlerin hatalı anlamda kullanıldığı durumlar, tekrarlar, isim karışıklıkları vs var. Düzeltilebilir.
İlki kadar olmasa da, zevkle okunan, karakterleri doğal, temposu yerinde, gizemi kafi, kurgusu hatasız iyi bir yerli polisiye. İlk kitap da jürinin en sevilenler listesine girmişti, bu da girdi.